Dönmüşsündür yüzünü elbet ki bir gün ışığa,

Kırk derece dönüp kırk derece sönmüştür üzerinde baharın esintisi

Ve yaprakları,

Bodur bir erik ağacı ile raks ediyorsun,

Ne kadar da ufaksın, bir erik bile sığmıyor avucuna.

Düşürüyorsun,

Tekrar almaya eğilmişken kış gelip götürüyor avcuna sığmayan umutları,

Ve tekrar tekrar tohum ekiyorsun çürümüş kanepelere, 

Masadaki boş defter ve kalemine, 

En sevdiğin kitaba,

Sahil kumları dolu cam bir fanusa.


Ekiyorsun.


Karanlığında büyütüyorsun fesleğenini,

Kekik tarlası kokuyor saçların,

Ayçiçeği gibi sapsarı benizin.

Güneşe dönmüş,

Ağaçları sevmiyorsun.


Tüylerin diken diken oluyor meyhane dolu bir sokakta,

Ağlama,

Parmakların kulağın ile buluştuğunda ancak düşmüyor gözlerinin önüne,

Artık önünü dahi göremiyorsun,


Ağlıyorsun.


Çürüyorsun geceden dışarıda kalmış bir incir gibi.

Sabahı göremeden.

Tek göz odada, bir mum ışığında tablolara yansıyor gözlerin.

Havada uçuşan tozları görebiliyorsun.


Eskiyorsun.


Ellerin ceplerini geziyor,

Sen ise geçmişinde.

Soğuk.

Evine gidemiyorsun,

Daha soğuk.

Bir hipotermidir bağlamış parmak uçlarını.


Üşüyorsun.


Sabah kalkıp yola koyulmalı buğday tarlalarından.

Siyah karga tüyleri ile kaplı, 

Öpmelisin cansız korkuluğu.

Kurumuş derin kuyu ile buluştur gözlerini,

Ve su çek,

Evine su götür.

Umutların kurudu,

Sayfa aralarındaki çiçeklerin gibi.


Kuruyorsun.


Ne kadar da çok öldün, 

Kimse gömmemiş sanki seni.

Adına şiirler yazılmamış,

Bestelenmemişsin sanki,

Derin bir sitemkarlık ile ölmek isteyip de ölmemişsin gibi.


Gibi.