Az kullanılmış bir hayale sığdırdıklarımızla varız. Uçurtma dersinde martılara özenmemizle meşru, sokaklarda öpüşmemizle özgür, cesaretimiz kadar hüzünlüyüz. Okyanustan çıkmış bir kum tanesiyim ben çölün ortasında. Bul beni.


Beraber bir fotoğrafımız bile yok. Sesimizi unuttuğumuz kadar uzağız, avcumuzdan içtiğimiz kokular kadar uykulu, dizlerimize koyduğumuz başımız kadar ağır. Tahammülsüz ve umursamaz bir cümle içinde ikamet ediyoruz. Kurulmuyoruz. Mümkün değiliz. Sırtını dayadığın bir kaya parçasından uçmuş bir toz tanesiyim ben, odanın herhangi bir yerinde konuşlanmış. Bul beni.


Kırılan kaburganın içinde, kırılan parmağın ucunda ve kırılan kemiğin acısında çizildi bu yol. Bağcıklarımız bağlı değil. Takılıp düşmek için yaratılmışız. Tutunmak için kollarımıza. Dayanmak için sırtımıza. Yolun gittiği yönün önemi yok, rüzgarın karşısında durmakla alakalıyız. Konumumuza ihanet etmekle. Sadece senin anlayabileceğin bir kelimeyim ben, okuduğun kitapların satır aralarında. Bul beni.


Biz birbirimize geri dönmemizle yükümlüyüz. Başka türlümüz mümkün değil. Bul beni.