ey çığ! düşerken alıp götürür müsün beni?

-charles baudelaire


çiçek adlarında birikmiş bir fotoğraf,

çığlıkların silsilesini boğuyor kokusuyla.


bir gün bir kargaşada boğuşursam kalbimle,

dalgakıran bakışınla soğut beni,

acı eşiğimin inatçı çocukluğunda.


karanlıkta, ışık hızını geçen delirmelerimle

arıyorum silüetimi.

bir ben, bir ellerim, bir de dilime dolanan kelimeler.

kelimelerim kurşun gibi dolanıyor durmadan,

tan yerini ağarmadan bulmalı yerini

dolaşmalı mezarlıkları,

öpmeli okyanusları dudaklarından,

düşmeli ayağının dibine kötü huylu meleklerin

evet, evet buluşmalı çığlıklarla


bütün evlere giriyorum, bütün odalara

onların hayatı, tanımadığım onlarca yüzlerce ben,

binlerce insan kalbi.

çıkaracağım bütün kötülükleri,

bağıracağım kulaklarına, tek kelime,

bağıracağım; sevgi.


bir yol çizilmiş gibi gecelere,

gitmek için, düşmek çarpmak için

bulmak için belki bir şeyleri.

bulamıyoruz sonsuzlukta

evet biz yokuz, ay yıldızlarla sevişirken

biz yokuz, ay güneşi aldatırken ölmelerimizle

biz yokuz-


yürüdüğüm yollarda insanlar sokak lambası gibi

sırlanmışlar ardı ardına, geceyi bekliyorlar yine

ve ben insan oluyorum güneş batınca

annem kur'an okumaz akşamları hiç, sormadım neden diye

o da mı günahtır acaba, belki ilahiler söyleriz daha anneler gibi

seni koruyacağım anne, kocaman hüznüme saracağım

yoksulları da koruyacağım, açları, tokları,

soğukta yatan kedileri köpekleri, yılanları da

ve koşacağım durmadan, ben hep koşuyorum

hep korkuma koşuyorum

sana koşuyorum yılgın atlarla,

güneşin yansımalarını aldığım gözlerimle

içi boş toprak yürekli sazlarla,

ah ki tırnaklarımı yaralar bağlamış kazımakla,

eşelemekte olan durgun sularla


kanıyor kelimelerim karanlıkta

zaten hep kanıyor bir yerler

patlamaya hazır çirkin sesli lügâtlarda

ve ne güzel şey hükmetmek vurulmuş bir kuşun kanadında.