İşte sabah oldu. Her gün tekrar eden şeyler. Ne bekliyorum? Bir süredir tekrar ediyor bir uyanmaya anlam bulamayışım. Keşke uyanmasam. Ve tüm sabahları oldu bittiyle geçsem hep. Uzun sürelerde dışarıya dalışım dermansız bir iç çekiş. Hissizim ama ne kadar da iyi saklıyorum bunu içinde bulunduğum kalabalıklardan. Küçükken de iyi saklardım kalbimin yaralarını. Ben aslında hep yalnızım. Kimsenin duygularına dokunmadığı, sarılmadığı annemden mi geçti bana bu yalnızlık? Kendimle dahi artık konuşmak istemiyorum. Kendimi dahi anlamak istemiyorum. O kadar çok yoruldum ki. O kadar çok yoruldum ki bu halimden. Sabahların bir anlamı olmadığı gibi geceleri uyurken bir acıyı içime gömerek uyuyorum, sancılarımla baş edemediğim için bir an önce uyumak ve bir daha hiç uyanmamak istiyorum bu dünyaya. Çoğu kez öldüğümü kurguluyorum ve belki içimdeki ağırlık hafifler böylece.
İnsan nereden yara alıyorsa ilk kez oradan tekrar tekrar almaya başlıyor ve o yara büyüyüp hayatını yok etmeye, çürütmeye başlıyor.
Bazen delirdiğimi düşünüp bir rahatlıyorum. En azından artık hiçbir şey düşünmek ve hissetmek zorunda kalmayacağımı zannediyorum.
Uzaklaşıyorum her şeyden ve herkesten. Yalnızlık ürkütücü ama yalnızlıktan başka çarem de yok. Anlaşılmadığım tüm kalabalıklardan saklanmak, sevgilerden sıyrılmak, bomboş olmak istiyorum ve bu yüzden yalnızlığa sığınıyorum. Ben aslında hayata çoktan veda ettim de bedenen yavaş yavaş ölüyorum yalnızca.
"Bakın diyorum, ben yanlış değilim. Sevgiye ve yaşama fazla inanıp kırıldım" diyorum. Yine de sorunumu psikolojik bir tedaviye yönlendiriyorlar! Öfkeli değilim, susmak istiyorum. Öyle çok susmak. Her şeyi unutacağım bir susmak. Her şeyin bilincinde olmanın beynimde ve bedeninde yol açtığı yarayı görmüyorsunuz çünkü. Elbette görmediğiniz gibi suçu benim zayıf olmamla, psikolojik durumumla açıklıyorsunuz. İçimdeki sevgi yoksulluğunu bilmiyorsunuz! Bakın ben iyi biriydim. Ben de yaşamaya inanan biriydim. Tüm sabahlara ve gecelere hayal dünyamla anlamlar yükleyen.
Ben de kırıldım. Ancak bu kırılmak hep geldi başıma. Şimdi neye tekrar inansam düzelir, bilmiyorum. Her şeyi çok hissedip hissiz bırakıldığım bu dünyada neye tutunsam tekrar yaşayabilirim, bilmiyorum. Anlıyor musunuz? Bilmiyorum. Bakın ben kendimi hiçbir acıdan da var etmedim. Onu her an zaten tüm derinimde hissettim. Bununla başa çıkmak için o kadar çok uğraştım ki. Ama yok, size göre ben hiçbir şey yapmıyorum. Evet! İnsafsız bir yargılama içimdekilerini. Siz olsaydınız ne olurdu acaba!
Merak etmeyin, bir hiçim artık...
Konuşmayı kesiyorum artık, hiçbir cümleyi kullanıp karşınızda ezilmek istemiyorum. Yalnızlığımla susmak. Duygularımı öldürdünüz işte! Beni soğuk ve duygusuz biri haline getirdiniz. Ama sizin kadar kendime de çuvaldızı batırıyorum. Her şey kalbimin suçu. Kalbim bu kadar çok inanmasaydı, bu kadar çok deşmeseydi içimdeki boşluğu, ben bu kadar acı ve anlamsızlık içinde kıvranmazdım. Beni anlıyorsunuz değil mi? Bir kez olsun beni anlayın istiyorum sadece.
Ölüyorum... İçimde onca kırgınlığın ağırlığı, yaşanmamışlığın sancısı, hayal kırıklığı ile ölüyorum.
"Burada daha ne kadar öleceğim?" diyor ya Nilgün, işte ben de o kadar ölüyorum burada, bu dünyada, bana ait olmayan bir hayatta, kırgınlıklar içinde, boşluklar içinde. Tekrar tekrar bir yarayı deşmekten başka bir nedeni yok hayatta kalmamın...
Bak, yine sabah oldu. Kaç sabah olursa olsun beklentilerimi hissizlikle kaybedip burada bu kadar daha öleceğim ben. Belirsizlik içimi kemirecek; sesler, kalabalıklar ruhumu daraltacak. Yalnızlığım ve suskunluğumdan başka yanımda olacak, bana sarılacak hiçbir şey yok üstelik...