-Anne, neden buradayız?

     -Çünkü burada olmamız gerekiyor.

     Melike annesinin elini sıkı sıkı tutuyordu. Havaalanı o kadar kalabalıktı ki küçük kız eğer annesinin elini tutmazsa kaybolacağını düşünüyordu, haklıydı da. Valizleri almak istiyorlardı ama bu kalabalıkta insanın istediği yöne gitmesi mümkün değildi. Buradaki kalabalık arttıkça gürültü de artıyordu ve gürültü arttıkça da Melike annesinin elini daha sıkı tutuyordu. Küçük kız, kısa ömrü boyunca hiç bu kadar insanı bir arada görmemişti. Bu insanlar burada ne yapıyorlardı? Annesine baktı, terlemişti. Suratındaki tedirginlikten ve gözlerindeki arayıştan ürktü küçük kız. Annesi bile korkmuşsa kendi ne yapacaktı? Melike korktuğu zaman onu hep annesi sakinleştirirdi. Ona sarıldığı zaman tüm korkusu uçar giderdi. Sanki annesi bütün korkunçlukları kovardı bir gülümsemesiyle. Melike bunu bildiğinden korktuğu zamanlarda hemen annesini arardı, gördüğü zaman ise koşarak kucağına atlardı. Şimdi de korkuyordu Melike ama bu sefer annesinin yüzünde güven verici bir tebessümden çok onu daha çok korkutan bir endişe vardı. Annesinin elini sıkıca tuttu etrafına bakarken. Ama diğer elinde tuttuğu küçük Kahverengi Ayıcık’ı daha sıkı tutuyordu. Çok severdi bu oyuncağı Melike. Bu ayıcığa bir isim verememişti. İsim verme konusunda iyi değildi. Bu yüzden oyuncağın adı Kahverengi Ayıcık olarak kaldı. Ona böyle seslenmekten memnundu da. Melike sadece çok mutlu olduğu zaman oynardı Kahverengi Ayıcık’la. Doğum günlerinde onunla oynardı mesela, ona bisiklet alındığı gün onunla oynadı. Bazen annesi de katılırdı onlara, üçü birlikte oynarlardı. Bu seyahate çıktıklarında da Melike çok mutlu olduğu için almıştı oyuncağını yanına. Ama şimdi kalabalığın arasında annesiyle birlikte sürüklenirken hiç mutlu değildi. Böyle olacağını bilseydi asla almazdı onu yanına. Şimdiyse o yanında olduğuna göre iki sorumluluğu vardı. Annesinin elini sıkıca tutmalı ve Kahverengi Ayıcık’ı elinden bırakmamalıydı. Sorumluluklardan hoşlanmazdı Melike. Çoğunu yapamazdı çünkü.

     Bu ayaklı insan denizinde Melike ve annesi boğulmamaya çalışarak yürüyordu. Diğer insanların aksine Melike’nin küçük bedeni yüzünden gelip geçenlerin bacakları ona çarpıyordu ve küçük kız baya hırpalanmıştı. Aslında şu an oradakiler oldukları yerde dursalar ve sakin sakin hareket etseler gitmek istedikleri yerlere belki de kolayca ulaşacaklardı. Ama nihayetinde onlar insandı, sabır denen şeye çok azı sahipti. Ve düşünmeden hareket etmek yapabilecekleri en basit şeydi.

     Melike’nin annesi çocuğuyla birlikte valizleri alacağı yere doğru ilerlerken güçlük çekiyordu. Ne diye toplanmıştı sanki herkes buraya? Kafasını eğip küçük kızına, Melike’sine baktı. Sıkı sıkı sarılmıştı kız elindeki ayıcığa. Nasıl da sulanmıştı gözleri. Kadın dayanamazdı kızının üzülmesine, korkmasına. Ama şu an bir şey yapamazdı. Bu lanet yerden çıktıklarında kızını teskin edecek, ona sıkı sıkı sarılacak; bir daha korkmasına, üzülmesine izin vermeyecekti. Şu valizleri alıp hemen çıkıp gideceklerdi buradan. Ama nasıl olacaktı bu? Anne kız sürekli kalabalık içinde ilerliyorlardı ama bir adım bile yer değiştirmemiş gibiydiler. Anne, küçük kızına baktı tekrar. Ama Melike annesine bakmıyordu. Ona baktığında daha çok korkuyordu küçük kız. Annesinin elini daha sıkı tuttu.

     Onlar kalabalık içinde ilerlerken bir anda havaalanında bulunan insan sayısı iki katına çıkmıştı. Aslında gerçekten insan sayısı iki katına mı çıktı yoksa onlara yorgunluktan mı böyle geliyordu bilmiyorlardı. Yaklaşık bir saattir oradan oraya sürükleniyorlardı. Buna rağmen henüz valizlere ulaşamamışlardı. Melike’ni annesi, çarpıştığı insanların suratlarından anladığı kadarıyla onların da istedikleri yere ulaşamadıklarını düşünüyordu. Havaalanı polisleri de burada düzeni sağlayamıyorlardı, hatta hiç çabalamıyorlardı bile. Çünkü bu insanları düzene sokmak mümkün değildi. Bazıları bir şeyden kaçıyormuş gibi delice koşuyor, bazıları da bir şeyi kovalıyormuş gibi hırsla ilerliyordu. Peki ne ara bu insanlar bu kadar büyük bir karmaşa yaratmışlardı burada? Melike’nin annesi her şeyin çok hızlı başladığını yarım yamalak hatırlıyordu. Yarım yamalak hatırlıyordu çünkü buradaki karmaşa başlayalı yaklaşık bir saat olmasına rağmen kadın, sanki günlerdir ilerliyorlarmış gibi bitkindi. Burada bir yerden bir yere gitmek başlı başına zorken o, elinden tuttuğu küçük kızı Melike’den de sorumluydu. Anne de sorumluluklardan hoşlanmazdı, kızı gibi.