-Anne, nereye gidiyoruz?

-Buradan çıkmaya çalışıyoruz kızım.

     

Evet, Melike’nin annesi karar vermişti. Buradan çıkacaklardı. Artık dayanılacak gibi değildi çünkü. Herkes birbirini ezip geçiyordu. Kalabalık arttıkça burası iyice havasız oluyor, nefes almak gittikçe zorlaşıyordu. Valizler? Kimin umurunda valizler? Hem içlerinde o kadar önemli şeyler de yoktu. İki üç parça kıyafet için burada olmaya değmezdi. Hatta hiçbir şey için burada olmaya değmezdi. Bu yüzden şimdi Melike ve annesi yana yakıla çıkış kapısını arıyorlardı. Kapıyı bulacaklar ve buradan çıkıp gideceklerdi. Koca memlekette başka havaalanı mı kalmamıştı? Evet, annesi kızını da alacak, başka bir havaalanına gidecek ve keyifle seyahat edecekti. Kızına baktı, Melike de ona bakıyordu.

Melike annesinin düşüncelerinden habersiz, onunla beraber ilerliyordu. Bir eliyle annesinin elini sıkı sıkı tutarken diğer elinde tuttuğu kahverengi ayıcığa da iyice sarılıyordu. Annesi, bu karmaşa başladığından beri bir kere bile ona tebessüm etmemişti. Ağlamaya başladı küçük kız. Annesi ağlayışını duysun istedi. Duysun ki onunla ilgilensin, ona sarılsın, yanağından öpsün. Ama kalabalığın içinde Melike’nin hıçkırıklarının sesi havaya karışıyordu. Öyle ki kız kendi sesini bile duymuyor, duymadıkça daha şiddetli ağlıyor, ağladıkça daha da bitkin düşüyordu. Minik vücudu çok yorulmuştu. Yorulmasına rağmen iki eli de sımsıkı sarılmıştı tuttuklarına.

Küçük kız sadece eve gitmek istiyordu. Seyahate çıkacaklarını ilk duyduğunda çok sevinmişti. Hemen gitmek istemişti. Şimdiyse istediği tek şey annesiyle eve geri dönmekti. Bir an önce çıkmak istiyordu bu kalabalığın arasından. Hem karnı da acıkmıştı. Buradaki diğer insanların karnı acıkmamış mıydı acaba? Neden onlar da evlerine gitmiyorlardı? Gözlerindeki yaş kurumuştu şimdi küçük kızın. Kahverengi ayıcığa sıkıca sarıldı.

Melike’nin annesi ise durmadan çıkış kapısını arıyordu ama bir türlü bulamıyordu. Havaalanı o kadar kalabalıktı ki kadının gördüğü tek şey insanlardı. Gözlerinin ulaştığı her yere baktı ve işte, çıkış kapısı oradaydı! Melike’nin elini sıkıca tutarak kapıya doğru yönelmeye çalıştı. Kapı onlara uzak değildi ama aynı zamanda çok da uzaktı. Sanki ileriye attıkları her adımda kapıdan daha da uzaklaşıyorlardı. Kadın sürekli, tanımadığı ve hiçbir zaman tanımayacağı insanlara çarpıyor ama ne olursa olsun yürüyordu. Arada göz ucuyla kızına bakıyor ve her şey yolundaysa kızını çekiştirerek yoluna devam ediyordu.

Kapıya dönük olan başını kızından gelen bir çığlıkla ondan tarafa çevirdi. Bir anlığına kızı kalabalıkta kaybolup gitti diye çok endişelendi fakat hayır, hala el ele tutuşuyorlardı. Melike ise çığlık atarak ağlıyor, bu gürültüde sesini duyurabiliyordu.

Annesi onu kolundan başka bir yöne çekiştirince küçük kızın canı yanmıştı. Nereye gittiklerini göremiyordu. Gördüğü tek şey insan gövdeleriydi. Bu gövdeleri taşıyan ayaklardan bazıları hızla koşuyor, bazıları ise temkinli davranarak yavaş ve sağlam adımlar atıyordu. Küçük kız ise burada tavukların ve horozların arasındaki bir civcive benziyordu. Korkuyla annesiyle ilerlerken buradaki horozlardan birine sertçe çarptı. Çarpmanın etkisiyle kahverengi ayıcık yere düştü. Melike onu almak için yere eğilmek istedi ama oyuncak çoktan onlarca ayağın tekmelemeleriyle kızın göremediği bir yere savrulmuştu. Kız, mutluluk oyuncağını kaybedince bir daha asla mutlu olamayacağını düşündü. Küçük kız, çığlık atarak ağlamaya başlamıştı. Bu sefer annesi de fark etmişti.