Kadın, kızının ağladığını gördüğünde ne yapacağını şaşırmıştı. Bu kalabalıkta yürümeyi bırakamazlardı. Eğer dururlarsa bu insan seline kapılıp yere düşerlerdi ve bu seli yaratan kayıtsız insanlar da hiç düşünmeden onları çiğnerdi. Hızlı bir hareketle Melike’yi kucağına aldı. Böyle yürümek daha basitti. Bunu neden en başında yapmamıştı ki? Nedenini biliyordu. Bu curcuna ilk başladığında burası bu kadar kalabalık değildi. Kadın, kalabalığın bu kadar artabileceğini düşünmemişti ama artmıştı işte. Kucağında Melike’yle bir o yana bir bu yana savruluyordu. Küçük kız ise ağlıyordu, sadece ağlıyordu. Ne kalabalık umurundaydı artık ne de annesinin telaşlı hareketleri. Sadece kahverengi ayıcığı düşünüyordu. Oyuncağını yere düşürdüğünde burada bulunanların hiçbiri fark etmemişti. Sadece Melike tarifi belirsiz bir acı duymuştu. Bu acı annesinin kolunu çekiştirmesinden de fazlaydı, kalabalıktaki insanların hırpalamalarından da. O gün beyinde oluşan acıların vücutta oluşanlardan daha fazla can yakabileceğini öğrenmişti küçük kız. İşte annesinin kucağındayken sadece bunları düşünebiliyordu. Annesi ise yorgunluktan sık nefes alıp veriyordu.

Genç kadın, kucağında ağlayan kızıyla birlikte çıkış kapısına doğru gitmeye çalışıyordu. Artık havalimanı o kadar kalabalıklaşmıştı ki insanlar birbirini ezip geçerek ilerliyordu. Çok az kalmıştı kapıya ulaşmalarına, işte şuradaki on beş kişiyi geçtiler mi kapıya varacaklardı. Kadın, süreci hızlandırmak için her adımını saymaya başladı. “İşte başladık. Bir... Zor bir şey değil, işte bak. Burası iyice ter kokmaya başladı. İki… Melike neden hala ağlıyor? İnsanlardan korktu galiba. Buradan çıkalım da o zaman susar belki. Beş… Buradan çıktığımız gibi diğer havaalanına gideriz. Orası bu kadar kalabalık da değildir hem. On iki… Bu kadar insan neden gelmiş buraya? Aman, neyse ne. Biz buradan gidiyoruz ya başka bir şey istemem. Hem bak, vardık bile kapıya. O kadar zor değilmiş değil mi?”

Sonunda kapıya varmışlardı. Dışarı çıktılar. Kadın gökyüzüne bakıp derin bir nefes aldı önce. Sonra da Melike’yi kucağından indirip yere çömeldi. Kız ise artık ağlamıyordu. Annesi, kızın yanaklarını eliyle sildi. Kadın “Korktuğun için mi ağladın?” diye sorunca sadece “Evet.” dedi. Kahverengi ayıcığı düşürdüğünü söylemedi. Hem söylese ne olacaktı? Onu aramak için tekrar içeri girecek değillerdi. Zaten oyuncağını kaybetmek sadece Melike için önemli bir şeydi. Ondan başkası umursamazdı. Diğerleri fark etmez, önemsemezdi. Fark etseler bile, fark etmemiş gibi davranırlardı.

Kadın, küçük kızının elinden tutup havaalanından uzaklaşmaya başladı. Yavaş ve sakin yürüyorlardı, az öncenin aksine.


***


-Eve mi gidiyoruz anne?

-Hayır, başka bir havaalanına gidiyoruz.

-Orada ne yapacağız ki?

-Seyahatimizi tamamlayacağız elbette.

-Orası da burası kadar kalabalık değil midir?

-Hayır, orası buradan daha iyi bir yer. Göreceksin.