Bir kez öpmüştüm. Turşu kuruyordu. Yumuşak zemine pütürlü bir iz. Sarımsaklarından başını kaldırmadı, soymaya devam etti, elinde bıçak yoktu. Koltuğun önünde yere çömelmişti, ben de koltukta uzanıyordum, sırtı bacaklarıma değiyordu. Yerimde küçülerek ona ulaştım, uzandım ve öptüm. Tepki vermedi, şaşırmamıştı, çıkardığım gıcırtılar beni ele vermişti. Bir daha hiç o kadar yakın olmadık. Öpmedim, dizime dayanıp turşu kurmadı. Sanırım aynı yere yalnızca iki defa denk düştük.  

İlki bir davetti. Ortağımız olan yaşlı ve kurnaz adamın doğum günü için buluştuk. Bu özel gün için her sabah kahve almaya uğradığımız kafede bir masa ayarlatmıştı. Masa yedi kişilikti. Bizim dışımızdaki kimseyi tanımıyordum, onlar başka şeylere ortaktı. Davet bitene değin sessizliğimi korudum. Senin aklına susmak geldi. İnsanları ve ortağımızı güldürdün. Senden hiç duyamayacağım kesinlikte kaliteli esprilerdi bunlar. Canın sıkkın görünüyordu, bu kadar enerjinin sebebini anlayamıyordum. Sonunda yerimizden kalktık, hediyelerimizi vermeye başladık. Siyah renkli ucu epey keskin, övmeye doyamamıştın, bir bıçak almıştın. Üzerinde gümüşten bir işleme vardı, paraya kıymıştın. Ortağımız hediyesini şöyle bir süzdü ve diğer misafirlerine yöneldi. Sıra bana geldiğinde acele içinde arkama sakladığım şemsiyeyi uzattım. Bugün birinin doğacağını bilemezdim, neyse ki yağmur yağmıştı, ortağın diline düşmekten kurtulmuştum. Pastayı yerken peçeteyle itinayla temizlediğim şemsiyenin benim olduğu anlaşılmadı. Ortak, hediyesini çok sevdi, hatta bıçaktan bile çok yüceltti. Hep kullanacağını iddia etti. Hediyem üzerinde papatya motifleri olan sarı bir şemsiyeydi. Açıkçası ben sevmezdim, kurtulduğum için mutluydum.  

İkinci kez bir okulda denk geldik. Sen oğlunu, ben yeğenimi getirmiştim. Çocuklar sınıf arkadaşıydı, ayak üstü laflamak zorunda kaldık. Yeğenim ile oğlun el ele tutuşarak yanımızdan ayrıldılar. Onları izlerken elimi sıkıyordum. Sen işin olduğunu söyleyerek beni yalnız bıraktın. Evime yürüyerek döndüm, kuvvetli bir yağmur bastırdı. Yeni bir şemsiye almaya erindiğim için ıslandım. Eve suya batıp çıkmış bir sıçan gibi döndüğümde masadaki kahvaltıyı kaldırıyordun. Sabah oğlun omlet pişirmişti. Yumurtanın keskin kokusu henüz dağılmamıştı, mutfağın ve koridorun penceresini açarak cereyan yapmasını sağladım. Üşüdün, aceleyle işini bırakıp mutfak penceresini kapattın. Ocaktaki çaydanlığın altını yaktın ve masaya döndün.  

Bir akşam yemeğindeydik. Özel konuklarımız vardı. Çocukları uyutmuştuk. Hindi pişirmiştin ben de salatayı yapmıştım. Salataya doğradığım havuçları tabağında ayıklayarak yedin, ete dokunmadın. Misafirlerimiz sakin ve titiz davranışlarından rahatsız oldu. Tüm geceyi benimle sohbet ederek geçirdiler. Senin aksine ben oldukça rahattım, bacak bacak üstüne atıp dikkat çeken konular açtım. Hiçbiri ile ilgilenmedin, o masadaki tek önemli şey sen ve havuçlarındı. Bir de tuzluk. İkide bir masanın öbür ucundaki tuzu isteyip durdun. Konuklarımızın yedi yaşındaki çocuğu ses etmeden sabırla uzattı. Havuçları tuzluyordun ve sonra kıza veriyordun tuzluğu. Birazını yiyordun, çok yavaş yapıyordun bu işlemi. O sırada tuzlar eriyordu. Tuz için yeniden elini kaldırıyordun. Küçük kız sonunda bıktı ve bana dönerek turşu olup olmadığını sordu. Senin için istediğini zannederek cevap vermedim. Kız tekrar etti, turşu istediğini söyledi. Ayaklandın, hemen döneceğini mırıldanarak uzaklaştın. Senin adına misafirlerimizden özür diledim ve yemeğimize devam ettik. Yaklaşık yarım saat geçtiğinde hala gelmemiştin. Bunu çocuk dışında kimse umursamamıştı, biz şaraplarımızı alarak şömineye yöneldiğimizde o ayaklarını sallayarak turşusunu bekliyor ve hindisini soğutuyordu.  

Dışarıda kış kıyametti, misafirler şemsiyesiz geldiklerini söyledi. Arabalarına kadar eşlik etmemi istediler. Şemsiyem olmadığı için her birinin eline bir poşet verdim. Küçük kız hala masadaydı, onu yarın getireceğimi söyleyerek misafirleri yolcu ettim. İki gün geçmişti, masayı toplamamıştım, çocuk da yerinden kalkmamıştı. Ara sıra ağzını ıslatmak için su istiyordu benden. Geri kalan zamanlarını uyuklayarak ve uyuyarak geçirdi. 

Sandalyede oturmaktan kıçım ağrımıştı, gerinerek kalktım, biraz vücudumu esnettim. Üzerimdeki gömleğin düğmelerini açarak koltuğa uzandım. Televizyon açıktı, sesini arttırdım. Kanalları dolaşırken çizgi film izlemeye karar verdim. Eski bir filmi açtım. Odamızın olduğu taraftan bir düşme sesi geldi. Çocuk yerinde zıpladı ve yalpalayarak odaya koştu. Bu sırada çocukların kapısı açıldı, oğlun esneyerek yanıma geldi. Uykusunu alamamış gibiydi, iki gün boyunca ne yaptığını sormak istedim. Nereden düştüğümü sordu. Düşenin ben olmadığını söyledim. Bu habere sevinmiş gibi göründü, omlet ister misin deyip mutfağa yöneldi. İstemediğimi söyledim, seni merak ediyordum. Yeğenim de odasından çıkarak yanıma geldi. Koltukta üstüme çıkarak göğsüme yattı. İki gün boyunca ne yaptığını sordum. 

-Uyudum, dedi.  

Çocuk odamdan çıktı, bir süre beni ve yeğenimi inceledi. Senin uyuyakaldığını söyledi, evine gitmek istiyordu. Yeğenimin kafasını dürterek bana bakmasını sağladım ve çocuğu yatağa yatırmasını işaret ettim. Onlar odalarının kapısını kapatırken omlet pişmişti. Oğlun sana seslendi.