Kanepeye yüz üstü uzanıp kolumu yastık ederek ve kitabı da yere bırakıp aşağı eğilerek okurdum bazen, hatırlıyor musun? "Böyle kitap mı okunur ya hu, böyle uyunur" diye takılırdın bana. Aslında kitap, en rahat öyle okunuyordu ama işte bu rahatlık çok kısa sürüyor ve uyku, okumaya galip geliyordu. Galiba ikimiz de haklıydık ya da ne yalan söylemeli; haklı olan sendin... Ama o gün, kanepeye uzandığımda uyumadım. Çünkü okumak için elime aldığım kuşe dergi ağırlık yapınca yere bırakmış ve böyle yapınca da derginin arasına gizlediğim senin bir fotoğrafın sayfa kenarından görünüvermişti.


Şimdi söylesem sana komik gelecek ama ben senin bir çok fotoğrafını çaldım. Sevgiliyken sen, ne vakit markete ya da komşuya gitsen, ben hemen fotoğraflarına dadanır ve beğendiklerimi çantama atardım. Eh, sende de fotoğrafın sürüsüne bereket. Benim gibi çocukluğunu dört adet fotoğrafla geçiştiren biri değildin ki. Artık baban mı yoksa bir tanıdığınız mı bulaştırmış bu fotoğraf sevgisini sizin aileye nasıl olmuşsa, her birinizin çocukluktan itibaren onlarca, yüzlerce fotoğrafı olmuş. Benimse bir, başımın üç numara traşlı hâli var, yazın güneşte dolaşmaktan yüzüm yanmış vaziyette ve dünyasını şaşırmış şekilde baktığım, bir de abimle, nedense yan yana esas duruşta çekildiğimiz bir fotoğraf. Birkaç tane de mahalle arkadaşlarıyla çekildiğimiz fotoğraflar var ki bizi görenin yolunu değiştireceği bir haldeyiz; pantolonlar iki beden büyük, kazakların dirsekleri yırtık, burnumuz akmış... Ama sen, hiç de öyle değilsin. Kiminde kahkahayla gülüyorsun fotoğraflarda, kiminde yeni alınmış elbiseler içindesin kiminde de arkadaşlarının doğum günü partisinde... İşte tüm bu fotoğraflar içinden ben, o kısacık sürelerde, en çok beğendiklerimi almıştım. Ve şimdi, sayfaları çevirince, dergiye ayraç yaptığım fotoğrafına bakıyorum.


Üstünde gri bir eşofman ve altında da çizgi film karakterleri olan bir pijama var. Bir arkadaşınla parktasınız galiba ve ağaçlar altına bağdaş kurarak oturmuşsunuz. Kendinizce piknik yapıyorsunuz belli ki; yerde cips paketleri, "sarı kolalar..." Eşofmanın altından sanki ciciklerin uç vermiş gibi. O halde on bir ya da on iki yaşında olmalısın. İkiniz karşılıklı ve yan duruyorsunuz. Akşam güneşi olmalı, yüzüne vuran. Bir güzel aydınlık içindesin ve sanki yüzünde, "bugünü unutma" diyen bir anlam salınıyor... 


Arkadaşın bir şeye gülmüş, ağzı kulaklarında. Ve elinde cips paketiyle sana doğru hafifçe eğilmiş. Sen ise gülmüyorsun. Yüzünde öylesine derin bir anlam var ki... Fark ediyorum ki ben, bu fotoğrafını, bu anlatılması zor bakış için çalmışım. Ve şimdi de baktıkça, bu bakışın içinde kaybolacak gibi hissediyorum. Hani bazen, bir şeyleri anlatmak için kelimelerin yetmeyeceğini hissedersiniz. Ve kötüsü, hakkını vererek anlatmayı başarsanız da, birilerinin bu sözleri anlamayacağını bilmek, yaralar sizi... "Sözün hükmü yoksa da söylemin gücü var" diyeyim o halde...


Suratını hafifçe sağa yatırmışsın ve yüzün aydınlık içinde. Göz pınarlarından başlayan bir çizgi, şakaklarınca ilerleyip dudağının kenarında nihayete eriyor. Sanki az önce ağlamışsın da gözyaşların yüzünde bir nehir yaratıp akıp gitmiş gibi. Görünen o tek gözünü hafifçe kısmış, arkadaşına bakıyorsun. Burun deliğin ise büyümüş biraz. Sanki bir öfke ya da üzüntü esintisi uğramış da nefesini daraltmış gibi. Saçlarını kulağının yanından aşırmışsın ve yüzünün diğer yanındaki tellerin de kol kola uzanmışlar sağ yanından aşağıya. Elini uzatmış ve arkadaşının yüzüne dokunmuşsun. Avuç için, sanki bir kaynaktan su içer gibi hafifçe kıvrılmış ve arkadaşının yanağını kavramış. Ve arkadaşın, ne senden ne bu davranışından habersiz, sadece gülüyor... 


Aklıma komik bir fikir geliyor; şu fotoğrafın bir heykelinin yapılması. Yerde bağdaş kurarak oturmuş iki kız çocuğu. Biri kaygısızca gülerken, diğeri merhametle elini ötekinin yanağına uzatmış ve yüzünde güzel duygularla arkadaşına bakıyor. İsmi mesela, dostluk olabilir bu heykelin...


"Bakışın" diyordum. Bu bakışta öylesine derin bir merhamet gizli ki... Annem bize, "ağrınız acınız bana gelsin" derdi. İşte bakışında, bu sözü görüyorum. Sanki arkadaşına, "Tüm ağrıların ve acıların için hazırım. Seni seviyorum. Seni sonsuz bir sevinçle ve sonsuz bir kederle seviyorum. Aynı yaştayız ama içimdeki bu muazzam sevgi beni büyütüyor. Sen ise gül, sadece gül. Ağrılar ve acılar bana kalsın. Yeter ki sen üzülme" der gibisin. Ve hatta, şu kısacık bakışla sen, gibi değil, gerçekten de bunu söylüyorsun...


Fotoğrafı aradan çekip yavaşça elime alıyorum. Bu az önceki düşüncelerimin birkaç saniyeye sığmış olması şaşırtıyor beni. Yine fotoğrafın içinde kaybolacakken sesleniyorsun bana; "ne o elindeki, fotoğraf mı?" "He! Bizim hıyar Erkan'ın fotoğrafı. Nereden geçmişse elime" diyorum. Neden böyle diyorum? Bu bakışın bende gizli kalsın diye mi? Belki de bana hiç bir zaman böyle bakmayacağını bildiğimdendir. Öylesine hazin ki bana hiç bu şekilde bakmayacak olmanı bilmek... Büyüdün çünkü. Büyüdük. Büyümek, eksilerek oluyor.




4 Temmuz 2023

Gültepe