Bedenimin dört bir yanını silik fakat bir o kadar da kaotik düşünceler sarmıştı. Zihnimin içinde anlamlandıramadığım nedenlerle çıkmış bir iç savaşın ardında bıraktığı adım izleriyle beraber, yüzlerini anımasayamadığım birden çok insan mevcuttu. Gözlerimin alışık olmadığı insanlar büyük ihtimalle dışarıdan ithal aldığım fikirlerin temsilcisi olarak gelmişlerdi. Bilincime yeni yerleşen bu sağlıklı düşünceler zihnimi yaratılışımdan beri mesken edinmiş fikirlerle sevişerek üretkenliklerini ispatlarlardı. Bilincime doğan yenilikler ise topluluğun fazla oluşu nedeni ile bazen aç kalıp bana veda ederken bazen de iç çatışmaların kurbanı olup aramızdan ayrılırlardı.

Bilinçaltıma çıktığım bu yolculukta adımlarım tozlu ve defolu caddelere ışık oluyordu. Avuç içlerimde ve kalbimde biriken enerjinin beni koruyacağına ne kadar inanmış olsam da bu savaşta benliğimi kaybetmem oldukça muhtemel görünüyordu. Ölmeyi dilediğim günlerde zihnimi tifo, sıtma ya da veba gibi hastalıklara boğmuş olmam çoğu düşüncemin hastalıklı olmasının nedenini açıklıyordu. Ne mutlu ki mahşerin dört atlısından biri daha aramıza katılmıştı.

Güneşin hala doğmayı bırakmadığı zihnimde iç ısıtan ışınlar buz gibi binaların üstünü örterken görüş alanıma benimle göz teması kurduktan sonra o soğuk beton parçalarının arkasına saklanan insanlar takıldı. Sanırım onlar var olan iç çatışmamı körükleyip kızıştıran geçmişim ve geleceğimdi.