Kahvehanede oturmuş, yorgunluk kahvesi içiyordum. Saat öğleyi biraz geçmişti. Sırtımı sandalyeye iyice yaslayıp etrafa şöyle bir göz attım. Böylesi yerlerin müdavimi oyun tutkunları daha gelmemişti, neredeyse boştu içerisi. Hemen yan masada ise üç genç, önlerinde kitaplar, hararetle bir şeyler tartışıyorlardı. Kirli sakallarına, şekilli saçlarına ve önlerindeki kitaplara bakınca “Bunlar kesin üniversite öğrencisidir.” dedim. Neden böyle düşündüğümü bilmiyorum. Kitabı işçilere yakıştıramamak benim ayıbımdı galiba. Sonra -yapacak bir şey de bulamadığımdan- kulak misafiri olmaya başladım. Görünüşte onlar tartışıyor, ben ise ilgisiz susuyordum ama aslında içimden her birine cevaplar yetiştiriyordum. Bilmiyorum, belki farkına varmadığım bir huyumdur bu da ama sohbetlerine dahil olmak gelmiyordu içimden. Hem gereksiz yere sohbetlerini bölerdim hem de gençler, yaşıma saygılarından, belki de düşüncelerini açıklıkla dile getiremezlerdi…
“Peki ya cehennem! O olmadan, onun korkusu olmadan sıradan yurdum insanını nasıl kontrol edeceksin ki? Cenneti ve cehennemi ellerinden alırsan bir kaos yaratırsın sadece…” Böyle diyordu bir genç. Yanlış duymadıysam adı Soner’di. İçimden yanıtlıyorum onu: “İyi de Soner, hiç kimse ben kötüyüm diyerek sürdürmüyor ki hayatını. Rüşvet alan da uyuşturucu satan, liyakati boş verip sadece akrabalarını işe yerleştiren de kendine iyi diyor. Dahası, böyle tipleri tanıyanlar da iyi adamdı diyor arkalarından… Yani cennetin de cehennemin de hükmü kalmadı. Bahsettiğin kaosu yaşıyoruz işte.”
“Dostum, herkes kendi cehennemini yaratıyor bence…” Bunu söyleyen de İrfan. Olumsuz anlamda söylüyor galiba bunu. Eh, ne de olsa cehennem kötü bir yer. Ama ben bunu olumlu olarak aldım. Dur bakalım anlatabilecek miyim? “Bence herkesin bir cehennemi olmalı ve bunu kendisi yaratmalı. Şaşırma İrfancığım, dinle hele… Önce sana, kendi cehennemlerimden bahsedeyim. İlk aklıma gelen, ‘Kolay gelsin cehennemi’... Çalışan birini gördüğümde kolay gelsin demeden geçmem ve bana da bu şekilde iyi temennide bulunulmasını isterim. Ama ne zaman ağır bir iş yapsam -mesela ev taşısam- gelen geçen herkes beni görmemiş gibi yapar. Ter içindesindir, soluk soluğasındır ama kimse kolay gelsin bile demez. O vakit öfkeyle dolarım ve ‘Dilinize kira mı istiyorsunuz hıyarlar!’ derim… Bir başkası ise ‘yemek ısmarlayamama cehennemi’... Ne zaman arkadaşlarımla bir yerlerde yemek yesem benim kafamda mutlaka gelecek hesap vardır. Bir yanım deli gibi hesabı ödemek ister, öteki yanım cebimdeki parayı hesaplar durur. Eee, işin içinde rezil olmak da var. Velhasıl, yediğim yemek bana zehir zıkkım olur. Böyle zamanlarda neyin hayalini kurarım biliyor musun; ülkedeki tüm restoranlarda yemeğin mesela elli kuruş olduğunun… Ah ulan ah; şu dünyada sevdiklerime doyasıya bir yemek ısmarlayamadan, bir tek gün kafamda para hesabı yapmadan ölüm gideceğim… Nasıl, kişisel cehennemlerimi iyi açıklayabildim mi İrfan?”
“Sen daha çocuklara masa, sıra üzerine yazı yazmamayı öğretememişsin, gelip bir de uygarlıktan bahsediyorsun…” “Öyle deme be ciğerim. Bize de söylüyorlardı öğretmenler, evinizdeki masaya yazı yazıyor musunuz falan diye. Güya akıllarınca ders veriyorlardı. E benim sevgilim evde değildi ki sınıfımdaydı. Evdeki masaya niye yazayım sevgilimin adını? İnsanlar birine karşı sustukları yerde mecburen masalar konuşmaya başlıyor işte böyle. Bu şekilde bakamaz mıyız sence?”
“Özgürlük dediğin negatif içeriklidir.” Hımm, ilgimi çekti bu söz. Bakalım, Selim daha neler söyleyecek? “Bak ne diyor Alber Camus: Kör bir adam istediği yere gidebilir ama bu, onun özgür olduğu anlamına gelmez.” Güzel sözmüş. “Yani özgürlük dediğin, bir şeye karşı olur ancak. Sokakta yürümek özgürlük değildir. Ama birisi sana 'Bu yoldan yürüyemezsin.' dediğinde, o yoldan yürüyebilmek özgürlük olur. Yani insan, yaşantısının her anında özgür falan değildir. Bir şeye karşı direndiği an ve direndiği kadar özgürdür.” Tebrik ediyorum seni Selim. Ne de güzel konuşuyorsun sen öyle. Bu sözüne ancak şapka çıkarılır.
Şapka deyince aklıma gelmişti. Geç kalıyordum. “Benim özgürlüğüm de bu kadar.” diyecek oldum ama sonra, şu saatte kahvehaneye gelmeme engel hiçbir şeyin olmadığını hatırladım. Yani buraya gelmem değil, esas olarak işe gitmem bir zorunluluktu ve özgürlük de buradaydı. “Gitmiyorum ulan!” dedim kendi kendime. Oturdum, gençleri dinledim keyifle.
3 Temmuz 2020
Gültepe
umutulas
2021-03-10T12:51:40+03:00Nazlı Hanım, teşekkür ederim.
Nazlı Doğa Yula
2021-03-10T12:35:53+03:00Kaleminize sağlık, çok güzel!
umutulas
2021-03-10T11:02:12+03:00Dilara Hanım ve Burak Bey, çok teşekkür ederim, var olun.
Burak AKBAŞ
2021-03-10T09:49:41+03:00Kaleminize sağlık👏
Dilara Aydın
2021-03-10T09:41:57+03:00Harikaa ve okurken rahatsız eden tek bir cümlesini görmedim yani o kadar akıcı ve başarılıydı :) yazılarınızı takipte olacağım
umutulas
2021-03-10T08:38:01+03:00Teşekkür ederim Reyhan hanım. Hayatın her ânı felsefeye muhtaç, öyle değil mi?
Reyhan Polat
2021-03-10T08:01:54+03:00Ben anlatımınızı çok içten buldum, ayrıca güzel felsefe vardı başından sonuna kadar. Kaleminize sağlık.
umutulas
2021-03-10T02:53:58+03:00Teşekkür ederim Nisa...
nisa
2021-03-10T00:51:29+03:00güzel ve akıcı bir öyküydü şüphesiz, üslubunuzu da sevdim. masadakilerle tartışılacak birkaç konu var ama ben de sevemem sözlere atlamayı. eh, içimden cevapladım ben de :)
kaleminize sağlık! ✨