Bölüm 5:


Kadının inip kalkan boynundan ara sıra perdeden sızan ışık görünüyordu. Alışık olmadığı bir kokuydu bu; gözleri yarı aralık mırıldandı kadın, anlamadı Gregory, bir mırıldanmayı anlayacak kadar ayılmamıştı henüz. Yanlış bir hisle, çaresiz bir akılla, durmadan havlayan bir hafızayla gittikçe dibe doğru çekildiğinin farkındaydı. Bir süre daha inip kalkan boyna baktı, yabancıydı.


İçindeki sigara açlığını bastıramadı. Dumanla dolu odada hemen yanındaki kadın Gregory'e hiç aşık olup olmadığını sordu. Acıdan bahsetti sonra uzun uzun. En son bir kış ayında aşık olduğunu anlattı, uyumak istediğini söyledi sonra. Gregory yataktan kalkıp pencereyi açtı; bu mevsimde olmaması gereken bir hava vardı dışarıda. İklim bile yanlış diye geçirdi aklından.


İnsan, dedi Gregory, insan kusurlu bir varoluş hâli. İstediğin hiçbir şey gerçekleşmez aslında, gerçekleşme ihtimali olanları istersin ve bu sana çoğu zaman yeter, acizlik halini kabul etmeye başladığında bir dokusu olur hayatın, acı verir ama bu sana. Bizler birer açlık hissiyiz, her şeye açız, kendimizi doyurabilme yetimiz yok; mesela çok sevdiğimiz bir insanı kaybedince o yokluğu dolduramayız, hep aç kalır o yanımız, ruh doymaz, beden arar sadece.


Kadın uyumuştu Gregory bunları söylerken. Kadına baktı uzun uzun. Sende ne arıyorum bilmiyorum dedi, aradığım an sende yok biliyorum, seni de mutsuz ediyorum böylece.


Perdeyi çekip masanın yanındaki sandalyeye oturdu. Sallanan perdeden sızan ışığa bakarken, bazı anlar imla hatası işte dedikendi kendine.


Onun da yanlış anları oluyor mu diye bir an zihninden geçirdi. Mutsuzdu Gregory, sadece mutsuz.


Eğer bir Tanrı varsa, diye söze başladı Gregory, bize bahşettiği en büyük laneti yani hafızamızı uyuşturmamız için alkolü yaratmamıza izin verdi. Yıllardır her gün alkol içen, geceleri asla açık bir zihinle uykuya dalmayan bir adamdı Gregory. Bu da benim dayanma gücüm derdi tanıdıklarına.


Akşam henüz niyetlenmişti çökmeye ve evinin verandasında elimizde şişelerle oturuyorduk. Yaşlı Gregory daha evvel duymadığım bir şiiri ezbere söyledi; uçurumun kenarında ve yaşamaktan bıkmış, çaresiz bir kayanın hikayesiydi bu. Uçurumdan aşağı yuvarlanıp ölmek istiyor ama asırlardır bunu başaramıyordu. Kaya için kederlendik içerken.


Elindeki şişeyi bana doğru uzatıp, daha gençtim o zamanlar dedi, şehir meydanından aşağı doğru inince gözetleme kulesinin yanındaki merdivenlerde oturmuş içmekteydik, onunla konuşmaya başladık uzun uzun, içim yangın yeriydi, nefesimi kontrol etmekte zorlanıyordum, o bana bir şeyler anlatıyordu ama sadece gözlerine bakmaktan kendimi alamıyordum, dediklerini anlayamaz bir haldeydim, ben senden çok hoşlanıyorum dedim birden onun sözünü keserek, kuşlar durdu sanki havada, tüm şehir sustu birden, bana ilk kez gökkuşağı gören bir çocuk şaşkınlığıyla bakıyordu. Sadece baktı, göz bebekleri büyüdü; akşam karanlığında sözlerimin anlamını daha iyi görebilmek için açılmıştı gözleri. O kadar güzel gülümsedi ki o an, o denli güzeldi ki Mişkin, içimden çiçek topladı, beni kutsal bir nehre bıraktı elleriyle, ah sevgili dostum Mişkin, o anı tekrar yaşamak için sahip olduğum her şeyi verip sefalet içinde ölebilirim.


Uzun bir yudum aldı. Kuleyi düşündüm ve o merdivenleri. Pek çok kez yanından geçip gittiğim, şehre her uğradığımda gördüğüm o yerlerin artık bende başka bir anısı vardı.


Kuleye gidelim bir gün dedi, merdivenlere oturalım yine, varsın çiçek toplanmasın içimizden, varsın akşam karanlığında çıkmasın gökkuşağı, kuleye gidelim dostum, kuleye sırtımızı verelim hatta, bakarsın kule de anımsıyordur tüm bunları, gidelim Mişkin, ölmeden gidelim.


Uçurumun kenarındaki çaresiz kaya gibiydi bu yaşlı adam. Derin bir nefes aldım. Dertlenme dedi, üzülme sakın, biz geçip gitsek de bu dünyadan, daha çok gökkuşağı doğacak o kulenin dibinde, gökkuşaklarına içelim, kutsal nehirlere içelim dostum.


Hava iyice kararmıştı.