Yıldızlar aramızdaki sıcaklığın etrafında sessizce dolanırken, evren tüm enginliği ve kayıtsızlığıyla aramızdaki bağın ciddiyetine seyirci gibi gelmişti. Belki merakla belki de kıskançlıkla bir başına kalmış iki varlığın kozmik yalnızlık denizinin ortasında birbirlerinde nasıl bir dayanak bulabildiklerini izlerken. Senin saf ve yüksüz kahkahaların yüreğimin boş koridorlarında yankılanırken, küçük kozamızın dışındaki yoğun boşluğa meydan okuyan bir hafiflikle doluyordu. Sende, gecenin karanlığında fısıldanan evrenin en derin sırlarını keşfetmiştim; süpernovaların ve kara deliklerin dilinde değil, iç içe geçmiş iki ruh arasındaki yumuşak mırıltılarda konuşulan sırları.


Teninde takımyıldızların izini sürmüş, hayal etmeme asla izin verilmemiş bir geleceğin haritasını çizmiştim. Her gün güneş, koyduğum kurallara meydan okuyarak, birbirimizin yörüngesine sarılmış bir şekilde doğuyor ve batıyordu sanki. Geçirdiğimiz güz gecelerinin soğukluğu hiçliğe karışıyor, yerini iliklerime kadar işleyen bir sıcaklığa bırakıyordu. İki sevgili değildik belki ancak yarattığımız her neydiyse zamanın zulmüne, hayatın geçiciliğine karşı koyuyor gibi geliyordu.


Sende isyanı bulmuştum. Seninleyken önemli olduğumuzu, bunun -aramızda dans eden bu geçici, tutkulu şey her neyse- herhangi bir göksel olay kadar önemli olduğunu duyumsamıştım. Belki de hiçbir teleskobun yakalayamayacağı, hiçbir bilim insanının açıklayamayacağı ve hiçbir şairin dünyevi mısralara dökemeyeceği bir gösteriye sahip olabilirdik, ben ve sen. Paralel bir boyutta, paylaştığımız her nefesle genişleyen kendi evrenimiz olabilirdi.

Yalnızca senin ve benim. 


Ama dünyanın dönüşü gibi, mevsimler de değişti. Güzün soğuk, buzlu pençesi yavaş yavaş gevşedi ve çözülen toprakla birlikte gerçekliğin buzları da çözüldü. Dünyanın acımasız ve değişmez kuralları, tüm sihirlerin sona ereceğini fısıldayarak kendilerini yeniden göstermeye başladı. Bir zamanlar iyimserlikle şekillendirdiğim kâğıttan kanatlar şimdi ağır geliyor, inişin kaçınılmazlığıyla yükleniyordu. Yine de, düşüşe hazırlanırken bile uçuşa değer veriyordum, çünkü uçuşta hayat vardı, ikimizi evrenin atan kalbinin ta kendisi gibi hissettiren bir gücü vardı.


Sen benim paradoksum oldun, çiğnemeyi sevdiğim kural, hayatımı olağanüstü bir şeye bağlayan çelişki. Beni küçümsercesine "Bana aşık mı oldun?"  diye sorana kadar bu büyünün üzerinde kafa yormamıştım. Şimdi içimde yıldızların tutkusunu ve evrenin direncini taşıdığımı fark ediyorum. Belli ki tek bir kural vardı, o da aşık olmamaktı, ben beceremedim. Dünyanın düzenine karşı koyarak aşık oldum hem de ve bu aşk daha büyük bir gerçek haline geldi. Bu benim, insan ilişkilerinde, paylaşılan sıcaklıkta, kahkahalarda ve gözyaşlarında bulunan en küçük sihrin aslında o kadar da küçük olmadığını ilan etmemdi belki de. Hassas olduğu kadar güçlü, geçici olduğu kadar kalıcı. Ve bizler göksel bir zerre üzerinde kırılgan, tezat ve geçici varlıklar olsak da, sevgimizde sonsuzluğu yakalayabilirdik sanki.


İçimde sana karşı büyüyen muazzam şevki, asla parmaklarına değmeyecek, çekmecenin arkasında eskiyecek, bu kâğıda dökerken yerinde dursun diye bağrımı tutuyorum bir yandan.

Yıldızlar sana yol göstersin, her neredeysen.