Sevilmek için sevmemişim seni, bunu kabullendikten sonra daha meşakkatsiz bir hâl aldı gündelik hayat. Bilir misin bilmem, bir kez varlığına yayılınca aşk dedikleri, duygulu bir senfoninin kalbinin kapakçıklarında yankılanan ruhani bir melodisi haline gelir; okyanuslarda dans eden fısıltılı rüzgârlar, şafağın ilk ışıklarının ufku öpen nazik dokunuşu gibi. Hem görünmez hem de elle tutulur şekilde mevcutmuş gibi gelir; gözlerle konuşulan sessiz bir dil, bedenini fiziksel olarak sarmadan hissedilen sıcak bir kucaklama.


Hiç sevmemiş olsan da beni sana büyüttüğüm sevginin, bana seni intizar halinde düşletmek dışında, bir beklentisi olmadı. Nihayetinde aşk dedikleri, hayatın goblenini ören bir iplik, varoluşun fonunda sabit, canlı bir renk olarak var olur. Bedenler solsa ve zihinler duraklasa bile, o kalır, zamanın acımasız yürüyüşüne meydan okur, anılarımızın tutunacağı bir fener, hikayelerimize yaşam soluğu üfleyen bir güç.


Ayrılıkta bile aşk, kayıp bir melodinin akıldan çıkmayan nakaratı gibi zihnin köşelerinde kalır ve yüreğin hissetme kapasitesinin kırılganlığını hatırlatır. Diğer her şey toz olup dağıldığında, aşkın özü kalır, ruha kazınmış zamansız bir miras.