SEYR-İ DİYÂR ETMEDİN NÂFİLE KUŞ-I SAHRA-YI KÜN

GÜL DEDİN NEDİR SENİN YÂREN FELEĞE HARC-I KÂİM

*

GİT HÜMÂYUN HADD-İ SEMÂDAN SERİLEN PÂYINA KON

LEVH-İ MAHFUZDAN FİGÂN İKRÂ YA BÎ-HADD KİM BENİM GÜL

*

AÇ KANAT SÖNSÜN CİHÂN-I KÂF U NUNÎ REFREFENDEN

GÖRSÜN EŞHÂD TÂRİK OLMUŞ ŞEMS-İ TÂBI GÖLGESİNDEN

*

HÂLE SIZLAMAZSIN ARTIK DOLDU DENİZ KAH U DEVVAR

ÂB-I MÜJGÂNIN YAĞAR KİM KURUTUR ÂTEŞ-İ CÂNIN

*

BEZM-İ ELESTDEN KALAN ANDIN GÖZÜNDEN KAN AKITTI

HAPS-İ ÂLEM İÇRE DÂME ÂH U VÂHIN MÂZUR OLSUN

*

SEN LA'L-İ SEYYÂLE DİYE DİREME KALBİN KISIM ÇÂR

VAKT-İ TANDAN GÖRESİN ALEV-İ KAN-GÛN BAK KİMİNDİR

*

YAKTI İBRÂHÎM'İ ATEŞİN YA SEFÎNE-İ NÛH'U

YIKTI YAŞIN TÛR'U KILDI YERLE YEKSÂN EY GÜLÂ SAN

*



Kün [emriyle oluşmuş] Sahra Çölü'nün kuşu, boşu boşuna [o aşktan yapılmış] diyarları gezmedin.

Gül dedin, [o] nedir? Senin yaran feleği ayakta tutanın harcıdır.


Git padişah, [O'nun] göğün sınırından serilen ayaklarına kon.

Korunmuş levhadan çığlıkları oku, "Ya, sınırsız olan kim? Benim, [ey] gül!"


Kanat[larını] aç, kâf ve nun'dan olan [künden oluşuyor olan] cihan[ın sesi] kanat çırpışlarından sönsün.

Şahit olmuşlar [şehadet etmişler], (onun) gölgesinden karanlık olmuş parlak güneşi [şimdi] görsünler.


Artık hâline sızlamazsın, deniz ve dönen (dünya) dolmuştur.

Kirpiğinin suyu yağar ki canının ateşi onu da kurutur.


Elest meclisinden kalmış yeminin gözünden kan akıttı.

Alem hapsi içerisinde âhın ve vâhın daima mâzur olsun.


Sen akan kırmızıya kalbin dört kısım[cık] diye dik durma[ya çalışma/direnme].

Kan renkli alev bak kimindir tan vakti göresin.


Ey, ey gül! Sanki [aşıkları verdiğin] ateşin İbrâhim'i yaktı ya, [aşıklara verdiğin acının] yaşı [da] Nuh'un gemisini yıktı [devirdi]. Tûr dağını yerle bir etti.