Önünden geçene bağırıyor bu kadın. ‘’Gelin, çok iyi ayakkabı boyarım!’’ 

-Eskisini verin, yenisini götürün. 

‘’Hayırdır, satıcılığa mı başladın?’’ deseniz; 

-Yok yeğenim olur mu, diye heyheylenir. Büyük büyük dedelerimin işi bu, yüzyıllık iş. Biz çok iyi ayakkabı boyarız. Bak gel, çıkar bakayım şu çirkin köseleyi. Bak nasıl adam edeceğim, izle.  

Yengem olur bu kadın, işyerime giden yolda yokuş başlamadan bir cadde geçer. Sabahın yedisinde hazır bir şekilde gelir buraya, diker tablasını. Sekize doğru ben görünürüm, hemen sesini yükseltir, beni gördüğünü anlarım. Kaçma planlarım suya düşer, mecbur hatır sorarım, o başlar büyük annesinin kundurasını övmeye. Benim için zorunlu sadakadır yengem, her gün, hafta sonları ve yıllık izinlerim hariç, güne iyi bir insan olarak başlarım. Ayakkabımı boyar, gerçekten iyi boyar. Yeni ayakkabılara parmak ısırtır, dikkatlidir, gözlerini belertir boyarken, eli de çabuktur, ne ara bittiğini anlayamazsınız. ‘’Su sıçratmasınlar, çamurdan uzak ol’’ diye tembih eder, parayı koynuna sokuştururken. Teşekkür edip yoluma bakarım. Yolun devamında ünlü gibi hissederim. Ayakkabılarım beni havalı biri yapar. Adımlarımı yavaşlatıp, kamburumu düzeltirim.  

Kaliteli ve adını duyurmuş bir ayakkabı firmasının satış temsilcisiyim. On yıldır varsa, beş yılımı verdim. Severler beni, sorsanız dürüst ve çalışkan der patronum, kimseye zararım yok. Şirkete geçmeden yol üstündeki kafeden bir kahve alırım, bol şekerli. Şirkette bir odam var, güvenlikle iki çift kelam ederim, patrona görünür, emirlerini dinlerim. Masama kurulduktan sonra benden rahatı yok. Kimse habersiz girmez, telefonda olduğumu bilirler. Ben gün boyu insanlarla konuşurum. Bazen küçük bazen büyüktür müşterim. Büyükse, sesim profesyonelleşir, daha tok çıkar ve seçtiğim kelimeler dilimden uzaklaşır. Küçükse, esnaf ağzına geçebilirim.   

Evim yakındır, caddeye beş dakika. Öğle molasında evime geçerim, televizyon izlerken atıştırmayı severim. Yolda yengeme rastlamam, güneş tepede, öğle vakti ne yaptığını, nerede olduğunu bilmiyorum. Karnımı doyurduktan sonra biraz kestiririm. Genelde rüyalarımda atlarını kırbaçlayan, yol boyu arabesk müzikler açan sürücüler görürüm. Yüzleri ketumdur, eğlence sektörü ondan sorulmaz, sadece bir aracı varsayar kendini. Şarkılar canlanır veya hüzünlenir, onların ifadesi değişmez. Nitekim bu iyidir, ben sürücü olsam, bir arabam olsa, gülen sürücü görmek istemem. Herkes işini ciddiye alsın isterim. İşte de böyleyim ben. Altımda çalışan on dört kişilik ufak bir kadro var. Ama ufak olmasına bakmayın, ben onların her şeyleri ile ilgileniyorum, hem muhasebeci, hem dert ortağıyım. Geçen hafta birinin babası vefat etti, cenazesine gittim, şirketimizin ismini bir çelenk üzerine yazdırıp götürdüm. Memnun oldular ailenin geri kalanı, baba da huzura ermiştir, şirketin haberi yok, ama takdir edeceklerdir. Demem o ki işim ciddidir, sorumluluk aldığım şeyin hakkını vermek isterim. Bazı rüyalarımda sürücülerin güleceği tutar. Bıyık altı, hafiften bir kıkırtı duyulur. Bu beni memnun etmez, ızdırap gibi gelir, hemen uyanmak isterim. Diğer rüyalarımı hatırlamıyorum.  

Uyandığımda ikiyi geçmiş olur. Mola saatimi keyfi uzatmış olmak canımı sıkar. Ama yine de acele etmem. Bir ağırlıkla geldim, bir ağırlıkla gideceğim. Kendime çeki düzen verip yola koyulurum. Selam veren eş dostla muhabbeti kısa tutarım. Adımlarıma yansıtmasam da, içim telaşlıdır. Patrona yakalanma ihtimalinden ürkerim. Ne diyeceğimin hesabını kitabını yapar, asla işin içinden çıkamam. Uykuya kalmak nasıl bir ciddiyet, hangi kalıba uyar? Caddeye gelirim, saat ikiyi on geçmektedir. Yengem tablasını kurmuştur, elinde bir çay bardağı, dibinde kara çay vardır. Çok demli içer çayını, bol şekerli. Ayakkabılarıma bakarım, yengemin sesi yükselir. Hemen arkamı dönerim. Kaçma planı için çok geç olduğunu bilsem de telaşım beni kötü biri yapar. Sadakadan önce iş, der bana. En yakın gördüğüm bir yere sığınırım. İçeride sakince oturmuş bir adam olur. Gözlerini bana diker. Ne kadar kötü bir insan olduğumun farkına varır. Bakışlarıyla ayıplar beni. Ama sözlerine yansıtmaz, onun ermiş biri olduğunu anlarım. İç kapı açılır, bir çocuk çıkar, elinde tabure. Tabureyi adamın karşısına bırakıp gider. Kolumdaki saate bakarım, odamdan hiç çıkmadığım yalanını uydururum. Evet ben bugün molaya çıkmadım, kapımı çaldılarsa, evet çaldılar girin demedim. Kolumdaki saat içimdeki endişeyi çözer, dakikalar ilerledikçe sakinleşirim. Benim için getirilmiş tabureye otururum. Etrafımı incelerim; bir sürü eskimiş, dikişi atmış, tabansız ayakkabı vardır. Kimisi çocuk, kimisi çok büyüktür. Dayım ayak ayak üstüne atar, bana nasihat vermeye başlayacaktır. Bir ayağında çorap vardır, diğerindeki yarısına kadar inmiştir. Parmaklarının arasında birikmiş pisliği görürüm. Çorapları aşınmış ve kararmıştır. İnsanlar erdikçe dertleri önemsizleşiyor diye düşünürüm. Dayımın sesi kısıktır, derdini anlatır bana. Çocuğundan dertlenir, karısının onu tükettiğini söyler. Boya kokusundan nefret ettiğini anlarım. Aracı mı olsam diye düşünürüm. Yengemle konuşsam her şeyi çözebilecekmişim gibi gelir. ‘’Eşin bu kokudan nefret ediyor, lütfen bu işi bırak ve evine dön.’’ Bugüne kadar yaptığım iyilikleri getiririm aklıma. Son gün beni bitirmez derim kendime, kimseyi bitirmez. Heyecanla ayağa kalkarım kapıya yönelirim, dayım ‘’nereye?’’ der, cevap vermem, ama aklıma çocuk gelir. Yönümü değiştirip, iç kapıdan geçerim. Dayım bu sefer nereye gideceğimi merak etmez. Çocuğun odasına çıkarım, kapısı aralıktır, yatağının üstüne oturmuş halıya bakıyordur. Yanına gidip kucağıma alırım. Ses çıkarmaz, aşağı ineriz. Dayıma bir baş selamı verip caddeye çıkarım. Çocuk kıpırdanır, yengem bizi fark eder. Sesi daha yüksek çıkar. Yanına giderim, çocuğu tablasına oturturum.  

-Gelir miydiniz, der yengem, hoş geldiniz. 

Hoş bulduk deyip, bu çocuğun ayakkabıları kaça mal olur derim. Elim çocuğun kafasındadır, kıvırcık saçlarını dolar. Çocuk ayaklarının çıplak olduğunu söyler, annesi sırıtır. Tablanın altından bir çift kundura çıkarır. Parlaktır bu kunduralar; ya yenidir ya yeni görünür. Ayakkabıları giydirip borcumu öderim. Çocuğu bu sefer sırtıma çıkartırım ve şirkete yönelirim. Çocuk huysuz değildir artık, etrafını izler. Güvenlik tepeme çıkardığım misafirimi merak etse de hiçbir şey sormaz, ona selam vermeden hızlı adımlarla patronumun odasına giderim. Kapıyı tıklatırım, cevap gelmez.