Karanlık bir gecenin ilk süzme ışığı yeryüzüne düştüğü zaman karanlık yarıldı ve yerini batı cephesindeki kızıllığa bıraktı. Gökyüzü parladı, parladı ve insanların uykusunu bölme zamanı geldi. Fakat kimse uyanmadı. Sokaklarda hiçbir ceset görülmedi, kimse şikayet etmedi, kalabalık caddeler sustu, korna sesleri durdu. Dünya yaratıkları ülkeler de, iller de, caddeler de, mahalleler de, evler de ve odalar da görülmedi. Sanki dünya boşalmış ve yeryüzü temiz bir havayı sakince içine çekiyordu. Tüm sokakları hızlıca dolaşan bir rüzgar küçük panjurlu mavi bir evin önünde durdu. Minnacık bir evdi, bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev. Küçük, çok küçük bir ara gördü; yavaşça ve ses çıkartmadan içeri giriverdi. Sessizce sarmaşıkların arasında, ölü bedenlerin içlerinde dolaştı. Koridorun sol köşesindeki üzerinde çığlık yazan odayı gördü. Önünde durdu, önce sessizce içeriyi dinledi, hiçbir ses duyamadı. Anahtar deliğinden içeriye süzüldü. İşte bu sayfalara düşen ilk ses o zamanın sesidir.
İki küçük koltuğu şömineye doğru çevirmeye çalışıyordu adam. Fakat koltuklar inatçıydı, yerlerinden kımıldamıyor, aksine adam ittikçe suyun içerisine biraz daha gömülüyorlardı. Adam yılların alışkanlığıyla derin bir nefes almaya çalıştı ve omuzlarını ümitsizlikle indirdi. Kafasını havaya kaldırdı ve şömineye doğru ilerledi. Odunları hareket ettirmeye çalıştı, başaramadı. Odunları yakacak bir şey aradı, onu da bulamadı. Vazgeçti onlardan da, ellerini sinirle yumruk yaptı ve tırnaklarını etine batırmaya çalıştı. Avucunun içinde kalan sular buna da izin vermemişti. Bir kere daha derin bir nefes aldı ve sağ taraftaki koltuğa ümitsizlikle çöktü. Siyah beyaz olan odaya baktı, her şey öyle tek renkti ki eğer bir gün olur da birileri onu ziyarete gelirse onlara neden her şeyin bu kadar sıkıcı olduğunu açıklayamazdı. Fakat adam renkliydi kıyafetleri bile renkliydi adamın. Hem ruhu da renkliydi, gelen arkadaşını eğlendirebilirdi. Odayı ona unuttururdu hemen. Ellerini yanaklarına dayadı, düşünmeye başladı. Yalnızlığını düşündü önce. Neden bu daracık odanın içine bir kişi daha koymamışlardı ki? Eskiden böyle değildi, o zamanlar çocuk çığlıkları gelirdi dışarıdan. Ellerine alırlardı, onu sallarlardı, sonra etrafta su baloncukları oluşurdu. Sonra gitmişti çocuklar ve bir daha onların çığlıklarını duyamaz olmuştu. İlk zamanlarda bundan oldukça memnun kalmıştı. Artık kafasını dinleyebiliyordu. Kimse onu rahatsız etmiyordu. Fakat zamanla sıkıldı. Hani derler ya insan neyden mahrum kalırsa onu yeniden ister diye, bu küçük adamda çocukları aramaya çıktı sonra. Kimseyi bulamadı ve şunu fark etti adam, çocuklardan kaçmak için kendini öyle bir yere hapsetmişti ki artık oradan bir çıkış yoktu. Her yerde çıkış kapısının anahtarını aradı ama bu iki boyutlu siyah beyaz odanın içinde hiçbir şey yerinden kımıldamıyordu. Adam uğraştıkça zihni daha da derine battı. Her yerde küçük bir ip aradı bazen, sonra ipi asacak bir çivi. Bulamadı. Bazen küçük bir ışık aradı karanlığa gömüldüğü zaman korkuları. Bulamadı. Öyle korktu ki o gecelerde, tanrıya kendisini öldürmesi için yalvardı. Fakat ruhu her gün ölmesine rağmen kendisi bir türlü ölemedi. Zamanla düşünceleri de karışmaya başladı hatta hiç düşünemediği zamanlarda oluyordu. Bazense ne istediğini hatırlayamayacak hale geliyordu.
Aniden ayağa fırladı adam, neden oturuyordu ki bu koltukta yapması gereken işleri vardı onun. Şömineyi yakmış mıydı? Yanıyordu ya işte, siyah beyaz alevleri görmüyor muydu? Ya koltuklar paralel evrene doğru çevrilmiş miydi? Ha şöyleydi, biraz huzur lazımdı. İnsan tek başına da hayatta kalabilirdi. Hem ne zararı vardı ki ölüyorsa ölüyordu işte ruhu. Sanki ihtiyacı vardı ona. Ruh neydi ki zaten? Adam ayağa kalktı yeniden, üç adımda bitirdi odayı, üç adım daha attı. Bir, iki, üç. Bir, iki, üç. Yorulmuştu şimdi. Yeniden koltuğuna çöktü, ellerini yanaklarına dayadı ve çocukların seslerini hatırlamaya çalıştı.
Rüzgar sessizce su küresinin içindeki uyumsuz adamı izledi. Ne kadar da mutlu gözüküyordu, sanki ruhu huzur doluydu. Rüzgar bir zaman sonra sıkıldı adamdan ve hızla dolaşmaya başladı odanın içini. İnsan neden her şeyi iki boyutlu ve siyah beyaz yapardı ki? Acaba adam bir su küresinin içinde yaşadığını biliyor muydu? Hızla koşturmaya başladı. Odadaki tüm tozları birbirine kattı, tüm kağıtları uçurdu. Adam şaşkınlıkla etrafına bakındı. Çocuklar geri gelmişti işte. Şimdi ellerine alıp çığlık atacaklardı. Hızla cama doğru koştu ve ellerini cama yaslayarak çocukları bekledi. Rüzgar bu sıkıcı dört duvarın arasında daha fazla duramayacağını anlayarak anahtar deliğine doğru suretle koşmaya başladı. O sırada bir kağıt su küresine çarptı. Su küresi yavaşça yere yuvarlandı ve oluk oluk su akmaya başladı. Adam küçük bir çığlık attı ve ilk ses duyuldu dünyadan. Çıt.
Feyzan KIZILTAN
2020-08-19T08:23:14+03:00Öyle güzel bir hayal gücünün ürünü ki insan her cümleyi sindire sindire okumak istiyor. Hikayelerinde en sevdiğim şey okuyucuyu oradan oraya alıp götürmen ve bunu yaparken bütünlüğü koruman. Kalemine yüreğine sağlık arkadaşım.
Seval Subaşı
2020-08-17T22:28:04+03:00Farklı, insanı içine çeken bir havası var. Ben olumsuz yönde eleştirecek bir kısım bulamadım. Çehov tarzında olduğunu düşünüyorum. İlgiyle okuduğum ilk durum hikayesiydi. kaleminize sağlık.