İşte oradan geçiyorum; büyüdüğüm evin sokağı. Bu bahçede öğrendim, yürümeyi, koşmayı, tırmanmayı, bisiklet sürmeyi, ip atlamayı, top oynamayı. İşte saklambaç oynarken tırmanıp dallarının arasına gizlendiğim zeytin ağaçları, tepesinden hiç inmediğim incir ağacı, her bahar pembe güller açan dikenli dallar, dut mevsiminde hepini mideme indirdiğim dut ağacı, ellerimi kapkara yapan ceviz ağacı, daha olgunlaşmadan yemeye başladığım kayısı ağacı, ve yağmur yağdığında dibi su dolan armut ağacı... Ne çok özlemişim sizi. bahçenin etrafını saran çitler boyumu aşardı, bu kadar alçak mıydı bunlar? Şimdi o çitlerin boyunu aşmış olmak bir garip his. ah burası kalemiz. Yüzlerce kez yüzüme top yediğim maçlar. sokağımızın dik yokuşu... Yazın bisikletle , kışın kızaklarla bayır aşağı indiğimiz yokuş. Ay işte orası kuru samanları yanlışlıkla ateşe verdiğimiz tüm mahalleyi kovalarla yangını söndürmek zorunda bıraktığımız tarla :)... Şimdi beton apartman dikili. Şu tepecik de poşetten uçurtma yaptığımız yer. küçükken burası benim küçük dünyamın kocaman dünyasıydı. Biz bu sokağın çocukluğunu yaşayan (belki de dünyanın) son dönemiydik. Neşemiz sokaklara sığmazdı, kahkahalarımız öyle yüksekti ki yaşlı teyzeler ve amcalar bizi hep şikayet ederdi. Tabi biz hiçbir zaman uslanmazdık. Uslanmayan çocukluğuma sonsuz teşekkür ederim.