kutsanmış bir suyla korunduğuma inanırdım,

mutluydum çünkü dünya annemin dizleri kadardı.


bir kayıp görsem tanımazdım, küçüktüm.

sen bir dolunay gibi beni uzak iklimlere inandırdın.


ne kapanan kapıların sesini duymuştum,

ne de çaresizliğin öyle sıradan bir gün gibi taşınabileceğini biliyordum.


göklere inandırdın,

bak dedin her şey o kurduğun dünyadan güzel.


bu noktaları şimdi birleştiriyorum,

durup köşe başında deliksiz bir aşk hikayesine benzetiyorum olanları.

ben yaşadığım her şeyi bir kitapta gibi başlayıp bitiriyorum.


bu akşam biraz hafifledim, 

çöl gibi uzun bir yastan sonra.

neredesin bilmiyorum.

bu bir diken gibi avuçlarımı da kanatmıyor.


bir el diğeri için,

bir göz ve çift verilmiş bana bile.

seni geride bırakırım sorun değil.

sorun değil gecenin yine bitmesi.


kollarım sadece kendime sarılmak için.


benim bin tane kelimem var ve zehrimi yine bir bahar günü yağmurda yıkarım,

hüzün bana yakışır diyorum, gözüme eski bir ışık verir.

senden sonra sadece biraz daha kül rengine yaklaşır saçlarım.

her şey birer birer siyahlaşacak, yine de insan aşağılık yaratılmış.


sabahın telaşa hazır olmayan kokusu,

öğlenin sabırsız bekleyişi, 

akşamın yarın tedirginliği

hepsinin kokusu ve senin bir türlü gelmeyen sapsarı yaz uğultun.


bir yerim kanadı biliyorum, 

varlığını bile unuttuğum bir yer.

el ele gideceğimize inandığım bir yolda,

öyle bir çocuğu mutlu etmek için alınmış bez bebek gibi otobanın sıcağında.


kalakaldım,


atamam kendimi bir arabanın öfkeli yoluna.

biliyorum, hayat güzel.