Sonra korktuğum yüzleşme gerçekleşti. Kaçacak yerim kalmayınca memleketten döndüm. Benliğimi saran bütün o nefret ve pişmanlık duygusundan hiçbir şey eksilmemiş gibiydi. Hiçbir şeyden haberin olmadan olanca masumluğunla ve güzelliğinle geçtin karşıma. Sevgiyle kucakladın beni. “Çok özledim seni,” dedin. O an, seni kaybedemeyeceğimi anladığım ilk andı. Ne olursa olsun seni kaybedemezdim. Bu yüzden bu sır ölene kadar benimle kalacaktı. Ne arkadaşlarıma söyleyecektim ne sana, ne aileme ne kedime…

Hem zaten bir sefer yaşanmış bir şeydi. Belki de senin kıymetini anlamak için buna ihtiyacım vardı. Bir daha tekrarlanmayacağına o kadar emindim ki. Hem belki sadakatimin sınırlarını denemiştim, belli ki bazı problemler vardı. Bu olayla birlikte sadakat problemlerimi düzeltebilirdim. Sana karşı da daha iyi biri olabilirdim böylece. Evet, evet ne olursa olsun ilişkimize sahip çıkıp sana söylememeliydim.

Kararıma her zaman bu kadar sadık kalamadım tabii ki. Sen sefil hayatımın dışarıdan görünen normalliğinin içine öyle güzel karışıyor, öyle güzel hayatta tutuyordun ki beni. Bunu sana yapamayacağımı düşünerek kapına dayanmak istedim kaç kere. Seni karşıma alıp her şeyi anlatıp, üstüme kara bulut gibi çöken gerçeği püskürüp omuzlarımdan yükü indirince üstüne bir sigara yakmayı ne kadar istedim biliyor musun? Hep tuttum kendimi. Seni kaybedemezdim. Yanında sarhoş olup ağzımdan kaçıracağım diye öyle korktum ki birlikte içerken ya midemin bulandığını ya da içkinin tadını beğenmediğimi bahane ederek alkol tüketimimi azalttım bilerek. Dışarı çıktığımızda onunla tanıştığımız barın önünden geçeceğiz ve anlayacaksın diye seni hep farklı yollardan yürüttüm. İnsan delirir mi bu kadar? Delirir. Seni kaybetmemek için delirir.

Seninle sadece ikimizin olduğu bir hayata yıkıl düş ilerlerken artık yaptığımı sindirir olmuştum. Yüzüne baktığımda hissettiğim o yüreğimi ezen gurursuz duygu, artık yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı. Hatta artık sana karşı daha iyi bir sevgili olmaya başladığım için kendimle gurur duyar bile olmuştum. Benim terazimde her şey dengelenmişti. Evet, seni aldattım, ama bak artık kıymetini nasıl anladım, nasıl mutlu ediyorum seni.

Köşeyi dönerken komşunu görüyorum. Birkaç kere seni benimle gördüğü için tanıdık gelmişim ki kafasıyla hafifçe beni selamlıyor. Yağmur da durmuş. Düşüncelerin hararetine öyle kendimi kaptırmışım ki evine çıkan son yokuşu tırmanıyor olduğumun farkında bile değilim.

Zaten ne olduysa o zaman oldu. Hani hatırlar mısın, dünyanın en basit bir sebebinden kavga etmiştik. Sen yine tüm anlayışınla beni ve hırçınlığımı alttan alıyordun, ne yaparsan yap haklı olmana rağmen. Ama o kadar gözüm dönmüştü ki kapıyı çarpıp çıktım. Otobüsü bile beklemeye tahammül edemeyerek taksiye atlayıp evimde aldım soluğu. Aramalarını reddedip mesajlarını görmezden geldim. Ancak en sevdiğim dar, siyah elbisemi üstüme geçirip makyajımı en sevdiğin bordo rujumla tamamladığımda kendime gelmiştim. Son aramanı kabul edip sakinleştiğimi söyledim telefonda.

-İyiyim bir şey yok, o kadar sinirlendiğim için özür dilerim.

-Asıl ben seni bu kadar sinirlendirdiğim için özür dilerim. Gelmemi ister misin? Belki biraz yürüyüş yaparız, yemek yeriz, tıpkı bu akşam için planladığımız gibi. Sana sıcak çikolata yaparım.

-Şu an gelmesen daha iyi olacak. Biraz evde kalmak istiyorum tek başıma. Yarın yapalım planımızı olur mu?

-Tabii. Sen nasıl istersen. Seni seviyorum.

-Ben de seni seviyorum.


Böylece kendimi dışarı attım. Tabii ki pişmanlıkla üstünü örtüp derinlere gizlediğim o “bunu bir daha yapmalıyım” hissine bu gece izin verecektim. Bu gece kendimden nefret de etsem, sonrasında pişmanlıktan ve utançtan yerin dibine girecek de olsam, bütün o döngüyü en baştan yaşayacağımı biliyor olsam da yine yapacaktım. Seni aldatacaktım!

Barda gözüme kestirdiğim adamın evinde soluğu almam çok uzun sürmedi. Sonrası hep aynı zaten. Ertesi sabah seni arama, iyi olduğumu söyleme, pişmanlığı ve onun beraberinde getirdiği binbir nefret dolu duyguyu iterek toparlanma, işe gitme, sonra yüzüne bakıp seni kaybedemeyeceğimi bir kez daha anlayarak masumluğuna yenik düşme, bir daha asla yapmayacağıma kendi kendime söz verme ve kapanış.

Bundan sonrakiler de hep aynı sıralamayı takip etti. İş yerine yeni gelen adam, kahvecide tanıştığım adam, sarhoş olup yığıldığımda beni yerden kaldıran adam, dövmeci adam…

Ne olduklarının ya da nerede tanıştığımızın anlamı yok zaten, değil mi? Hepsi birer adamdı sadece. O kadar anlamadın ki. Seninle beraberken markette yukarıda saydıklarımdan biriyle -hangisi olduğunu hatırlamıyorum- karşılaştığımızda heyecandan küçük dilimi yutmama, seni apar topar diğer reyona sokmama rağmen, son zamanlarda aramalarını sık sık meşgule alıyor olmama rağmen, iş yoğunluğumun nedense birden artmasına rağmen “evde yalnız vakit geçirmek istiyorum”larımın çoğalmasına rağmen, dantelli iç çamaşırlarımın sayısının giderek artıyor oluşuna rağmen…

Hiçbirini ruhun duymadı bile.

Kapıyı açtı.

-Hoş geldin sevgilim. Ne kadar ıslanmışsın! Gel, üstünü değiştir.