Bir çorap giydim ayağıma. Ayağım iki yüzlü ve paranoyaktı. Bana eşi olmayan bir çorabın beş para etmeyeceğini söyledi. Onu duymamak için kulaklıklarımı taktım ve bir ayağım çıplak ayakkabılarımı giydim.

Sokaklar canlıydı ve hava güzeldi. Kulaklık taksam da hiç fayda etmemişti, ayak benim ayağımdı ve seslerini kafamın içinde duyuyordum. Bu beş para etmez halimle beni rezil ediyorsun, diyordu. Ayaklarımı bir kahve dükkanına yönlendirdim ve kendime bol köpüklü bir cappuccino ısmarladım. Yan masamdaki kadın genç ve alımlı bir kadındı. O da beni beğenmiş olsa gerek bir süre kesiştik.

Ayağım sesinin gücünü arttırmıştı. Bana olmadık küfürler ediyor, küfürleri kesinlikle insanca değil ve tuhaftı, insana endişe veren tehditler savuruyordu. ‘’Öyle çok terlerim ki ayakların leş gibi kokar, terk edilmiş bir inşaata öylece atılmış boklu bir leş gibi, öyle çok sınırlarımı zorlarım ki bu kaliteli ayakkabın bile muhafaza edemez kokumu.’’ Kadın bende tuhaflık olduğunu sezmişti, kendi içimden ayağıma cevap vermeye yahut onu susturmaya çalışırken kabız gibi görünmüş olmalıydım. Ter içinde kalmıştım stresten. Kadın çok geçmeden üstümdeki ilgisini kaybetti. Kahvem soğumuştu ve iç mekan soğutması yeterli değildi.

Sokaklar canlıydı, insanların arasına karıştım. Yarım saate yakın amaçsızca yürüdüm. Ayağım biraz yorulmuş olmalıydı, sesi azalmıştı ve konuştuğu zamanlar yalnızca eve dönmek istediğini söylüyordu. Sahile gelmiştim, belediyenin yıpranmış ve bir iki tahtası sökülmüş bankına oturdum. Sahilde pek insan yoktu, birkaç yüzen insan dışında deniz de dolu değildi. Onları izlerken çoraplı ayağımı diğer bacağıma bağdaş kurdum. Böyle sesi çok daha yakından geliyordu. Ona sordum, bir diğer çorap olmasa ne çıkar, tek çorapla hayat geçiremez miyiz? Sesi şimdi daha az ve kırık çıkıyordu. Çok sonra konuştu, öbür ayakla iletişimim kopalı yıllar oldu, hali nasıldır hiç bilmiyorum, çok çok eskiden bir iki kelam eder sohbet ederdik, ama sonra ansızın kayboldu sanki, hiç konuşmaz oldu, ve ben yıllar geçtikçe daha hassas oldum, sanki onu yeniden ayağa kaldırabilirmiş gibi, işte bu yüzden tek çorapla hayat geçiremeyiz, onun rahat olamayacağını düşünerek yaşayamam.

Söylediklerini dinlerken aklım karışmıştı. Öteki ayağım sapasağlam yerinde duruyordu, çorap dışında bir kötülüğüm de dokunmamıştı. Birine ne muamele ediyorsam diğerine de aynısını yapıyordum. Sıkıntıyla konuşan ayağımı yere indirdim ve ötekini kaldırdım. Zihnimden onunla iletişime geçmeye çalıştım, hey orada mısın gibi komik cümleler kurdum. Hiç cevap gelmedi. Az sonra konuşan ayağım konuştu, gördün mü asla cevap vermeyecek.

Tüm bunlar bana alışılmadık ve tuhaf geliyordu. Ama, saçma ya, diyerek içimden atmaya da yanaşamıyordum. Çünkü içimdeydi ikisi de, diğerini duyamasam da varlığını duyuyordum, ikisi de benim ayaklarımdı.

Evim yıkılmış gibi derbeder bir halde eve gittim. Ayakkabıları ve çorabı dikkatle çıkardım. Ayaklarımı sabunla ovaladım ve güzelce duruladım. Rahat koltuğuma kuruldum ve ayaklarımı dinlenmeleri için uzandırdım.

Ertesi gün dışarı çıkmam elzemdi, aylar öncesinden planlanmış bir organizasyona davet edilmiştim ve varlığım büyük bir önem taşıyordu. Sıkıntı içinde uyandım, iyi bir duş aldım ve duştan çıkınca ayaklarıma krem sürmeyi ihmal etmedim. Gizli bir özür diler gibiydim, yaptıklarım ve yapmak zorunda olacaklarım için.

İçimi kemiren an geldiğinde bir değişiklik yaparak çorabı dünkü konuşan ayağıma değil ötekine giydim. Ve giydiğim an ses duyuldu, eşi olmayan bir çorap beş para etmez.