bakıyor masadaki herkes bize,
lâkin kimse bizi görmezcesine.
sessizlik;
bıçak kadar keskin.
bir çatalın ucunda dengede duran,
ellerimizde un ufak olmuş
bir zaman,
tuzlu bir anının kokusu.
biz burada fazlayız,
bu sofranın ekmeği bile bize yabancı.
kadın,
genç yüzünün ardında
eskiyen bir sır.
beride ağabeyi:
çatalı bir kılıç kadar sıkı,
çeliğin sessiz öfkesi ışıldayan.
ablası:
eşarbı çenesinin altında,
yorgun bir zafer dudaklarında.
evin kedisi,
masanın altında,
yalnızlık nöbetinde;
evcilleşmiş bir tanrı,
yine de soğuk ve kayıtsız
yargısı.
bizi izlemeden izliyorlar.
kelimeler dökülmüyor,
ama her yüz,
bir cümlenin başlangıcı
ve sonu.
yalnızlık büyüyor bu sofrada,
boğuk bir yankı gibi
uzuyor etrafında.
birbirimize bakıyoruz:
kimse konuşmuyor ama biliyoruz.
bu sofradan
yeni bir hikâye almadan gitmeli.
gerisinde, hiçbir şeyi değiştirememiş
iki boş sandalyeyle
bir an önce gitmeli.
bu masa,
bizi içine almayan bir dünya,
dallarımızı kıracak
görünmez ağırlığıyla.