Ne kadarda dayanıksızmış yırtılan kitabımızı bantladığımız o yer. Ne kadar inanıp, ne kadar yanılmışız. Uğraşlarımız birbirimize çarpa çarpa bizi örselemiş. Ne yanlış anlamışız oysa birbirimizi… Ne yakından bir uzaklıkmış sonrası anlaşılan. Buruk bir tat damağımızda. Tanısı yeni koyulmuş bir hastalığa alışıyoruz bu günlerde. Bende bilmiyorum. Uzun zamandır kimse kendini eskisi kadar iyi tanıyamıyor belki de. Mutlu olunacak ufak şeyler vardı eskiden, o şeyler artık yok gibi. Kendimizle çok mu kaldık? Yoksa, bahsedecek bir şeyimiz mi kalmadı kendimizden başka. Üzerimize çörekleniyor şimdilerle hüzün. Eskisi gibi bir şeyler kalmasa da eskisine benzeyecek şeyler arıyor muyuz ? Eski çok eskide mi kaldı sahi? Size uzun uzun çocukluk anılarımdan bahsetmek isterdim. Çamuru cıvıkı çıkana kadar yoğurduktan sonra onu mükemmel abidesi bir şeye dönüştürmemi. O zamanlar için keyifli bir şey gibi görünsede şimdilerde öyle kolay kolay dönüşülmüyor. Artık bayağı zaman geçmiş büyümüştüm, çamurla oynadığımı gören arkadaşım “Küçük kalmış. Çamurla oynuyor.”der diye yanaklarım al al olmuştu. Oysa ki ne boktan! İstediğin zaman istediğini yapabilmelisin. Aynılaşmak en korkunç şeydir. Aynılaşmak git gide kendinden uzaklaşman değil midir? Eskiden bunun için bahsediyorduk belki de. Herkes farklı değil , herkes kendi gibiydi. Şimdilerde başkalarının gözleriyle izliyoruz dünyayı… keşfedecek bir şey yok çünkü hepsi keşfedildi başkalarınca. Halatımız kalın ama çıkacağımız bir zirve yok. Çivimiz gıcır ama fotoğrafımız yok. Fotoğrafta ki biz bile değiliz. Ne istenirse; evet! Kanımıza kadar vereceğiz. Küçük ilgi kırıntıları doyurmuyor daha ve daha büyüklerini görmek için altında kalacağımız çığın bile önemi yok.