sistem mi deli eder yoksa sistemin kendisi mi delidir? ya da sistem deliler olduğu için mi böyle davranmak zorundadır? işte bu üç sorunun bağlamında delilik nedir, neden vardır ve nasıldır değerlendirmesi yapabiliriz.


öncelikle delilik dediğimiz kavramın ana hatlarına baktığımızda; zihinsel erginliğine ulaşamamış ya da bu ulaşımı sağlasa dahi organik veya inorganik nedenlerden dolayı birey hem olgusal hem de bedeni formu itibariyle doğru diye dominant bir biçimde lanse edilen durum ve olaylara karşı duruş sergilemesi onu ''deli'' statüsüne yükseltir veya alçaltır.

şimdi sistemin deli tanımlaması üzerine gidildiğinde yukarıda bahsettiğimiz durumun eşiti durum söz konusudur. yani topluma kanalize olamamış veya olması muhtemel olamayan bireyleri ayırarak onları sığ ve seyreltilmiş bir alana kapatması olarak tanımlayabiliriz. peki bu bireyler gerçektende topluma karşı böyle bir zarar sağlayabilir mi?

peki sistemin kendisi de deli olabilir mi? çünkü salt bir düzen ya da ütopik bir birey formu eşliğinde toplum yaratmak mümkün müdür? yani herkesi aynılıklarıyla değerlendirmek ve herkesin farklılıklarını elinden alarak onları gerçek kimliğinden çıkartmak bir nevi robota dönüştürmek insani bir davranıştan öte tanrısal bir hareket değil midir? oysa insan kendini tanrı gibi görecek kadar kuvvetli bir canlı mıdır? evrimsel bağlamda en iyi uyum sağlayanın hayatta kaldığı evrenimizde ''deli'' olarak tanımladıklarımızın uyum sağlamasına izin veriyoruz muyuz peki? yoksa direkt olarak onları ötekileştirip sınırları dar kalıplar içine yani bir hapishaneye mi gönderiyoruz. ve bunun kararını verirken toplumsal sağlığı düşünen akıllar ne kadar kendi akıllarına güveniyorlar?

acaba o kararı vercek kadar akıllılar mı? eğer buna cevabımız evet ise delilerden daha deli olarak tanımlanabiliriz. yok, hayır cevabını veriyorsak o zaman sistem bizi hapishaneye kapatma, bir nevi korkuyla hem düşsel hem de eylemsel edimlerimizi elimizden alarak irademize ket vurmuş olmuyorlar mı?

ve şimdi son sorumuza geliyoruz. sistem deliler olduğu için mi böyle davranmaktadır? sorunun temel dinamiklerine baktığımızda bir önce sistem iki deliler ve üç davranış; bu üçüne baktığımızdaysa şunu açıklıkla söyleyebileceğiz; sistem kendi varlığının davranışlarını delilere borçludur. tıpkı canlı vücudu gibi. fizikteki etki-tepki yasası gereği karşıtlıkların birbirine karşı göstermiş olduğu davranışlar bütünüdür. bu yüzden aslında sisteminde psikolojik bir tabirle davranış bozukluğu vardır. ve bu açıdan ütopik bir toplum anlayışı asla mümkün olmayacaktır. çünkü her sistem kendi içinde düşmanını besler, büyütür ölür ya da öldürür. bu sistemin ayakta kalmasına veya yok olmasını sağlayan temel etkendir. tıpkı organik olamayan hastalıkların çıkması ve bunların tedavisi için kullanılan ''etken madde'' çatısı altında bir bağlamda tedavi ederken bir yanda da hastalığı beslemesidir. o zaman her ütopya diye lanse edilen durum ya da olay aslında ana rahminde bir distopyaya gebedir.

sonuç olarak; hayat tüm aynılıkların ve farklılıkların bütünüdür. bu bütünselliğe yapılan her etki karşıtıyla karşılaşacaktır. ve kendi efendisi ya da kölesi kabul ettiği olguyu gün yüzüne çıkaracaktır. unutmamak gerekir ki, yaşamak bireysel bir şuurun üzerine katlanarak büyüyen bir durumdur. yani ilkin ve sonun birlikteli olduğunca yaşamak bir anlam ve mana kazanacaktır. eğer bunları ötekileştirerek ya da iterek var olmaya çalışırsak hayat bizi yok olmaya dahi izin vermeyecek bir kimliğe sürükleyecektir. hatırlamak lazım biz zincir en güçsüz halkası kadar sağlamdır. ve bir toplumda en zayıf, korunmasız ve ender canlı formu kadar hayat denilen serüvene devam edecek sonunda yok olacaktır. çünkü birey ve toplum olmanın temel savı budur.