Alarmım ortalığı yıkıyor. Bilgisayarım ve projeksiyon cihazım otomatikman açılarak uykumun içine ediyor. Yeni indirdiğim bir aplikasyon sayesinde haftanın her gününe ayrı bir şarkıyla ve kendi düzenlediğim kısa metraj, kendi kırpmalarımdan oluşan bir video ile uyanıyorum. 

''So here i lie! In the belly of a shark!''  

Ses sistemim sağlamdır. Duvarda oynayan video geçen yıl Niko'nun babasının öfke girdabına kapılarak sokak ortasında bir adamı yumruk manyağı yaptığı sırada pub'ın duvarına yaslanıp gizlice çektiğim kaotik kesitler ile tavan arasında bulduğum eski aile aktiviteleri serisi kasetlerinin kırpılmış bazı sahnelerinin birleşiminden oluşuyor. Devasa bir kafa karışıklığı.  

Henüz kendime gelebilmiş değilim. Dün gece çok pis sarhoş olduk. Çağrı tam bir alkolik. Ben o kadar değilim. Olur olmadık anlarda ve yerlerde başını belaya sokmadan da duramıyor. Sol omzum ve sırtımın belirli bir bölgesi aşırı sızlıyor. Doğrulmaya çalışırken minik bir acı çekiyorum. 

Dayak yemiş gibi hissediyorum. Büyük ihtimalle yedik ve hatırlamıyorum. Müziği kapatmak konusunda biraz isteksizim. Odamın titreyen camlarına alt kattan beyzbol sopasıyla tavana vuran babam da eklenince çılgınca bir karşılık veresim geliyor fakat hiç halim yok.  

Bazı günler eğer katlanılabilir şarkılar çalıyorsa bitene kadar çalar ve tekrara bile düştüğü olur. O esnada rutinlerimi yerine getiririm. Bazı günler ise ben duştayken ilahi bir müdahaleye maruz kalmışçasına müzik aniden kapanır. Böyle olduğunda ya metal çalıyordur ya da dubstep.  

Kahvaltıda bir takım pasif agresif tavırlara maruz kalırım genellikle. Otoriter ulumalar, babam, kendi deyimiyle hemen hemen her sabah maruz kaldığı bu 'şiddete eğilimli gürültülere' en net reaksiyonu bodruma inerek evin şartellerini indirmesiyle taçlandırmıştı bir keresinde.  

Havlum omzumda, banyodayım. Geleneksel hijyen festivali var bu sabah. Ayda bir düzenlenen bir festival bu; klozet suyuna kamikazeye kalkışan diş fırçası ile yoğun kar yağışına maruz kalan şampuan gösterisi seyirciler tarafından en beğenilen etkinlikler arasında. Şöyle bir tarttım, pek ağır gelmiyor; bu evde duş ortasında hayal kırıklığına uğranmasını, etrafta köpüklü köpüklü dolaşılmasını ve ıslak havluların yerlere atılmasını istemeyiz.  

Duş alırken şampuanları karıştırıp bunu kullanıyormuşum! Maybaş olsam kendi dölümü köpürtmeye çalışıyordum şu an kafamda. Telefonum aynanın önünde titriyor. Ekranda Çağrı'nın ismi var. Mesela Çağrı böyle bir şey yapmaya kalkışsa daha en başından deliği tutturamayarak bu kutsal görevi eline yüzüne bulaştırırdı. Sersem herifin telefonunu açmayacağım ortada ama dördüncü kez titretiyor. Umarım etkisiyle telefon lavaboya düşmez. Islak ayaklarla yere basmaktan nefret ederim.  

Tamam uzun zamandır iyi dostuz ama bazen ufacık bir problemmiş gibi görünen şeyler bile canımı epey sıkmaya yetiyor. Sanırım yavaş yavaş tahammülsüzlük katsayım artıyor.  

'Hadi artık ne zaman çıkacaksın şuradan?!'  

Küvete girip fıskiyeyi açıyorum, cevap niteliğinde, kudurur böyle şeylere. Nevin'in şu mis kokulu vücut şampuanını kullanıyorum, benimki bitmiş. Kendisi şu dakikalarda mutfakta bana krep yapmakla meşguldür. Kerim ise bariz bir şekilde banyo kapısının önünde, matadorun ağzını yüzünü kırmak isteyen bir boğa gibi ayağını yere sürterek burnundan soluyor. 

Duş perdesini aralayıp köşedeki şifonyerden rastgele bir havluyu yere atıyorum ve büyük bir zevkle üzerine basıyorum. İyice basıyorum. Küvetin kenarına oturup havlunun kuru kenarlarıyla ayağımın her tarafını iyice kuruluyorum.  

Kapı hala ısrarla inceden tıklatılıyor. Sık aralıklarla ama şiddetsiz. Açıyorum, göz göze geliyoruz. Sinirli biraz. Ardından suratında sanki kocaman bir Kubrick Smile belirginleşiyor. Kapının arkasından Nevin'in kırmızı havlusunu kapıyorum ve adeta bir matador edasıyla sallamaya başlıyorum. 

''Masturbasyona ara ver Kaan''  

''Oleee'' havluyu suratına çarpıyordum az kalsın.  

''Çekil şuradan, hergele.''  

Odama kahkaha atarak giriş yapıyorum. Çekilmez bir adam bu Kerim. Dün gece Çağrı'yla it gibi sarhoş olmamıza ve sadece dört saat uyuyabilmeme rağmen bu sabah uyanabilmiş olmak güzel. Eğer uyanamayıp okulu asmak için hasta taklidi falan yapsaydım kesinlikle Kerim'in dilinden koca bir hafta kurtulamazdım.  

Nevin mutsuz, hıncını tabak çanaktan çıkarıyor. Son zamanlarda sabahları bir ayrı suratsız. Kerim genellikle kahvaltıda bu suratsızlığın sebebi üzerine bir dizi komplo teorisi ortaya atar. Can sıkan, moral bozan laflar eder. Masada sebep olduğu sessizliği sadece kendisinin güldüğü gerzekçe espriler yaparak kırmaya çalışsa da bunu başarabilecek seviyede bir mizah anlayışı olmadığı için kendini gözümüzde küçültür. Sonrasında ise siktir olup işine gider.  

Nevin, ev tamamen kendisine kaldığında bir arkadaşının yardımıyla yazdırdığı kırmızı reçeteli ilaçlarla kafayı bulur, gün boyu şarap içer, televizyon seyreder ve kokoş kadın dergileri okur. Çünkü kendisi de bir zamanlar kokoştu. Bir zamanlar diyorum çünkü bu acı gerçeğin farkına vardığı yıl, kendisiyle yüzleşip sahte bir insan parçası olduğunu kendine itiraf etmeyi başardığı dönem edinmişti bazı kötü alışkanlıklarını.  

Penceremin önündeyim, havada süzülen kar tanelerini izliyorum. Henüz yeni başladı, çok seyrek yağıyor. Hava durumundan baktım, pek de kuvvetlenecek gibi görünmüyor. Her bir kar tanesine odaklandığımda rastgele savruluşlarıyla büyüleniyorum. İstemsizce gülümsüyorum.  

Kirli sepetimin içine sakladığım likörden bir yudum alıyorum, hoş bir ekşilik yakıp geçiyor boğazımı. Hangi kafayla dün gece eve dönerken mekandan muz likörü aşırmışım hiçbir fikrim yok. Bir ara uğrayıp parasını bıraksam iyi olur. Belki yeni insanlar tanırım.  

Okula gitmek üzere hazırlanıyorum. Kar tanelerinin asfalt ile buluşup sırra kadem bastığı o acıklı an gözlerimin önünde, sürekli tekrarlanıyor. Montumu giyip tekrar pencereye yaklaşıyorum. Köpeğini gezdiren yaşlı bir kadın gözüme çarpıyor. Daha çok yaşlı kadınını gezdiren bir köpek gibi...  

Kar taneleri kadar yavaş ilerliyorlar. Köpeğin özel eğitimli olup olmadığını düşünmeme sebep olan bir tutumu var yaşlı kadına karşı. Aralarındaki mesafe azıcık bile açılsa hemen durup bekliyor sabırla. Arkasına bile bakmıyor yaşlı kadın kendini kötü hissetmesin diye. Tam bir centilmen. Durup bekliyor ve önüne bakıyor bir süre. Yaşlı kadın yaklaştığında ise eşzamanlı yürümeye çalışıyor, adımlarına dikkat ediyor. Hepsini geçtim, acaba bu saatte dışarıda ne işiniz var kraliçe?  

Leziz kreplerimin hayaliyle mutfağa iniyorum. Kerim'e karşı aldığım kulak tıkacı önlemimi bu sabah almama gerek yok çünkü kahvaltıya dahil olmayacağım. Mutfağa girdiğimde Kerim işiyle alakalı bir şeyler anlatıyordu. Kreplerim hafiften yanmış gibi görünüyorlardı.  

''Günaydın.''  

''Günaydın canım, biraz siyah yuvarlaklı oldu bu sabah, hala uyku sersemiyim, o kadar da fena sayılmazlar bence,'  

Uyku sersemi hali bile bence gayet hoş, sadece biraz suratsız o kadar. O da benim gibi serseri ruhlu aslında. Ve bunun farkına erken varamadığı, kendini yıllardır kandırdığı için şu an acı çekiyor. Menopoz üzücü. Anlayabiliyorum. Kendi içinde bir takım çözemediği davaları var, belli. Ne de olsa mesleğinden ihraç edilmiş bir avukat. Ne diyeyim ki, Kerim gibi bir eşim olsa ben de böyle çıkmaz sokak bir tip olurdum.  

''Tadı fena değilmiş, ama çıkmam gerek, ufak bir işim var, okulda bir şeyler atıştırırım.''  

Saçlarına öpücük kondururken Kerim'le göz göze geliyoruz. 

''Neymiş o ufak bir İŞ? Kaan Bey?''  

Kerim'in tonlaması yüzünden bezgin bir tebessüm çarmıha geriliyor Nevin'in suratında.  

''Sevdiğim kızı parmaklamak.''  

Çatalı ağzında kaldı. Hiddetlenme ihtimaline karşın direkt kapıya yöneldim. Arkamdan, 'Ancak onu yaparsın zaten,' gibi bir şey dedi sanki ağzının içinden. 

Bağcıklarımı bağladıktan sonra duvarda asılı olan hatıra fotoğraflarından birine kilitlendim. Nevin'in o eski halleri; dibine kadar makyaja batmış bir surat, daima kuaför eli değmiş saçlar, şık ve resmi giyim tarzı... Şehir merkezindeki bir marketin bininci müşterisi olduğu gün kafasında birikip fotoğraf esnasında bütün karizmasını çizen o konfetileri hala odamda bir kavanozda saklıyorum. O akşam evde verdiğimiz kalabalık partide çekildiğimiz aşırı neşeli fotoğraflar... 

Hayvanat bahçesindeyiz... Göl kenarında piknik... Teyzemin baby shower'ı... Okula başladığım ilk gün... hikayelerini hatırlayamayacak kadar küçük olduklarım... Bu duvarı yıkmak istiyorum...   

Kendimi dışarı atmadan önce son bir kez koridorun ucundaki mutfağa bakıyorum. Nevin tabağımdaki krepleri lavabonun yanındaki çöpe tıkmakla meşgul. Birkaç saniyeliğine duraksıyorum, hala sırtı dönük. Musluğu açınca beklemekten vazgeçiyorum. Sahte bir gülücüğü kaybetti. Belki bir air-kiss bile atabilirdim... 

Dışarıya adımımı atar atmaz çöpün yanındaki içki şişeleri gözüme çarpıyor. Aralarından en kalın olan viski şişesini kapıp bahçe duvarının kenarına vuruyorum ve defterimden kopardığım sayfalara sarıp çantama atıyorum. Fakat işimi görür mü bilemiyorum. Bazı şüpheler var kafamda. Aslında tam olarak bana lazım olan şey ortasına çivi çakılmış düz bir kalas.  

Şimdi eve geri dönsem Kerim kıllanır. Gözü üzerimde olur. Bodruma inip bir kalasa bir çivi çakamam, suç üstü yakalar beni oracıkta. Bir dikkat dağıtıcı faktör gerekiyor bana, Kerim'i birkaç dakika meşgul etmesi bana yeter.  

Bahçe duvarında anten gibi diktiği kuyruğuyla Paskal bana doğru miyavlıyor ve dönüp Kerim'in arabasına bir bakış atıyorum. Geçen hafta az kalsın canından oluyordu Paskal o arabanın içinde.  

Paskal'ı biraz sevdikten sonra kucaklayıp ön tekerin iç kısmından boşluğa itiyorum, hiç karşı koymuyor, bildiği yerler. Bir süre Paskal'ın kendini dışarı atıp atmayacağını kontrol ediyorum; halinden memnun. Gerisi kolay, tekere sağlam bir tekme ve alarm başlıyor. 

Hemen dışarı fırlıyor Kerim. ''N'oluyor? Yoksa yine arabamı mı kaçırmaya çalıştın? Ufak iş dediğin şey bu muydu?!''  

''Sakin ol bi, Paskal kaputun içinde, biraz seslendim ama çıkmadı, ders kitabımı unutmuşum odama çıkıp onu almam lazım, sen dene birazda,''  

''Eeeeh! Yine mi! Paskal hadi oğlum dışarı! Tamam git sen, en azından çok geç olmadan aklına gelebilmiş...''  

Nevin öylece mutfakta oturuyor, avucunda tuttuğu kadehe ben evden çıkar çıkmaz şarap doldurmuş, gerçekten umurunda değil olan biten. Çok iyi. Eğer Nevin'in umurunda olsaydı buzdolabından bir parça salam getirip iki saniyede Paskal'ı o delikten çıkarabilirdi.  

Bodruma inip iki dakikada işimi hallettim ve kalası dikkatlice çantama yerleştirdim. Her ne kadar ucu çantamdan dışarı taşsa da fark edileceğini sanmıyorum. Dışarı çıktığımda Kerim kesin çözüm olarak arabasını çalıştırıp durdurdu, Paskal'ı ölümle burun buruna getirmek üzereydi ama dışarı fırlattı. Paskal bazen inat etti mi eder, bir türlü çıkmaz oradan, Kerim'den biraz korkar yani. Bu ilk değil, son da olmayacaktır.  

Yürürken kafayı telefona gömdüğüm için az kalsın düşüyordum. Whatsapp grubumuzdaki yazışmaları okudum biraz. Nilsu geceden herkesi organize etmiş, okulun hemen yanındaki kafede buluşmaya karar vermişler. Işılay eğer buluşmaya gitmiş olsaydı çoktan kafamı ütülemeye başlamıştı bile. Ses yok. Niko da aynı şekilde. Büyük ihtimalle buluşmadılar. Kafamdaki plana sadık kalmalıyım. Işılay'ın evi iki sokak ötede, seri adımlarla kısa sürede oradayım...  

Sonic gibi bir şeyim adeta. Karşı kaldırımdan etrafı kolaçan ediyorum. Ortalık sakin görünüyor. Perdeler kapalı. Civardaki evlerin pencereleri boş. Kimsenin inceden inceye yağan karı umursadığı yok. Sıcak çikolatasıyla pencere kenarına tüneyen yaşlılardan çekinen yok. Şans benim yanımda. Elimi çabuk tutmalıyım.  

Etrafı son kez bir kolaçan ettikten sonra harekete geçiyorum ve kalası ön lastiğin altına yerleştiriyorum. 

Görev tamam. 

Sırada sahilde günaydın sigarası tüttürmek var.  

Büyük ihtimalle ilk ders yalan...