''Şu kapıyı neden kilitlersinki?! Bazen seni hiç anlamıyorum... Işılay! Geç kalıyorum! Geç kalıyoruz!'' 

''Uyandım tamam! Hemen hazırlanıyorum! Beş dakikaya aşağıdayım!''  

Lanet olsun, ölü gibi uyuyorum. Ne çalar saati duymuşum ne de babamın kulak tırmalayan sesini ve kapıya indirdiği darbeleri. Sarhoş olunca kapımı kilitlerim. Odamın anahtarı bir tek annemde var, O da iş seyahatinde. Birinin beni bu yataktan kazıması gerek.  

Hay sikeyim! Odam çok dağınık, fazla dağınık, hiçbir şey bıraktığım yerde değil, sanki odadaki bütün eşyalar ben uyurken ayaklanıp kendilerini oradan oraya savuruyorlar.  

Yataktan çıkmakta zorlanıyorum. Direncim yerle bir olmuş. Rahat bir nefes almam için birkaç güne regl olmam gerekiyor. Masamın üzerindeki kitapları çantama doldururken gece dibini gördüğüm vodka şişesine çarptım ve yere çakılıp tuzla buz oldu.  

''Işılay?! O ses neydi?!'  

''Yok bir şey! Takı kutumu düşürdüm!''  

Kulağı bende anlaşılan. Hemen giyinip odadan çıkmalıyım yoksa kapıma dayanır. Yine berbat görünüyorum. Çabucak bir göz kalemi çekiyorum, hafif bir far, kapatıcı ve çıkış. Merdivenin dibinde bekliyor; hindi gibi kabarmış, parmağıyla saatinin camına tıklatıyor.  

''Uykunu düzene sokmalısın, bu şekilde her sabah seninle uğraşamam,''  

''Uğraşma o zaman,''  

Yanından geçip gidiyorum, öylece dikiliyor, hafiften bir omuz da atmadım değil. En sevmediği tavırları sergilemekte uzmanım. İçinde biriktirdiği öfkesini anlıyorum aslında; işyerinde koca koca insanlara patronluk yapıyor ama sıra bana gelince bunu beceremiyor. İşte bunun farkındalığıyla bazı eylemlerimden ayrı bir zevk alıyorum.  

Uzaktan kumandayla arabanın kilitlerini açıyor ve arka koltuğa yerleşiyorum. Bunu da hiç sevmez mesela. Kendisini özel şoför gibi hissettiğini ağzından kaçırmıştı geçen hafta. Ön koltukta normalde annem oturduğu için arkaya alışmışım, ne yapabilirim?  

''Işılay şimdi beni iyi dinle canım, annen iş seyahatinde bazı engellerle ve problemlerle karşılaşmış, bu gece uçağım var, oraya gidip neler döndüğünü öğrenmem ve annene yardımcı olmam gerek, bana uslu duracağına dair söz vermeni istiyorum. Lütfen, lütfen döndüğümüzde geçen seneye benzer bir melodram ile karşılaşmayalım.''  

''Annem iyi dimi?'' 

''Evet hayatım,''  

''Oke tamam uslu durucam,''  

''Teşekkür ederim.'' 

Koltuğuna yerleşiyor, emniyet kemerini takıyor, dikiz aynasından bana itici bir öpücük fırlatıveriyor ve arabayı çalıştırıp gaza basar basmaz büyük bir gürültü kopuyor.  

''Hasssiktir! Işılay iyi misin?!''  

Şok geçiriyor gibi göründüğüm kesin. Refleksle kafamı ellerimin arasına almış, kulaklarımı kapatıyordum. Homurdanarak arabadan iniyor ve lastikleri kontrol ediyor. Sol ön lastiğe sağlam bir tekme atıp arabanın kasasına bir de yumruk sallıyor.  

''Teker patlamış!''  

Kaşları çatık, elindeki tuttuğu kalası inceliyor. Arabadan iniyorum.  

''Sanırım gizli bir düşmanın var.''  

''Ayyaşların işi bu, önceki gün şu köşede birkaç tanesine burada içki içmemelerini söylemiştim,''  

Arkama bakmayacağıma karar vererek yürümeye koyuluyorum.  

''Taksiye bin! Yürüme! Işılay kime diyorum!''  

Muhteşem bir gün gerçekten, muh-te-şem...  

Kavşağa geldiğimde elinde dumanı tüten bir kahve fincanıyla Ümit'i görüyorum. Kafasına saçma sapan bir bere takmış. Atkısıyla beresinin renkleri birbirine aşırı uyumsuz. Tebessüm ederek yanından geçip gitmek istiyorum.  

''Günaydın,'' 

''Günaydın Ümit,''  

''Ne güzel yağıyordu, neden durdu şimdi bu kar?''  

Uzaklaş, uzaklaş, uzaklaş...  

Saatlerce parmak ucunda bale yapmışım gibi bir gün, bir de üzerine tam yere sağlam basmaya başlamışken ayağıma lego parçaları batmış gibi bir gün...  

Taksi arayan gözlerle etrafıma bakıyorum. Tek bir araç geçmiyor. En iyisi Kaan'ı aramak.  

''Nerdesin?''  

''Limana yakın, sen?''  

''Ne alaka?''  

''Malum kişiyi ziyaret ettim, dumanlanıyorum, dinle, dün gece için üzgünüm, ne zamandır erkek erkeğe şöyle kafaları çekmiyorduk, kusura bakma,''  

''Sorun değil, tek başıma odamda sarhoş oldum ben de akşamdan kalmayım,''  

''Güzel, o halde yelkenlilerin oraya gel, zaten geç kaldık, en azından bir sigara tüttürelim ve kendimize gelelim.'' 

Kaan olmasa sanırım çoktan kafayı tırlatmıştım ve şu anda kaba kaba sakalları olan motorcularla takılıyordum. Motorlarının arkasında şehir şehir dolaşıp fahişeleri olmuştum.  

Sahildeyim. Denizin üzeri sisle örtülü. En ufak bir dalga yok. Derin bir nefes çekiyorum içime, az çok yosun kokuyor ama oda parfümü gibi geliyor bana. Ağzımın içi çamur gibi, kahvaltıda kurbağa yedim sanki! Kaan kesin dudaklarıma yapışacak beni görür görmez. Bundan kaçınmalıyım, ya da kaçınmamalıyım, bilmiyorum, şu haldeyken Kaan'ın ağzının tadını umursayacak değilim doğrusu.  

Biraz uzakta, sigarasından uzunca bir fırt çekiyor ve soğuk havanın da etkisiyle kocaman bir duman veriyor. Yaklaştıkça netleşen yılışık tebessümüne küfrediyorum içimden. Neden bu kadar mutlu bu çocuk? Nasıl başarıyor bunu anlamıyorum. Neredeyse her konuda profesyonel bir umursamaz oluşu bazen bana kendimi zayıf hissettiriyor. Büyük ihtimalle kafasını yapmış alık alık yelkenlileri izliyordu.  

Telefonum çalıyor; arayan Nilsu.  

''Hiç boşuna kızma, nefesini tüketme, hemen söyleyeyim, gece sarhoş oldum, erken uyanamadım, ölü gibi uyumuşum ve şu an Kaan'la buluşmak üzereyim, hatta buluş-tum,''  

Kaan boynumu falan öpmeye başlıyor.  

''Tamam, sorun değil, ders başlamak üzere hızlı olsanız iyi edersiniz, bu arada Adrian da yok ortalıkta, Çağrı da kayıp ve ek olarak telefonu da kapalı. Hepiniz ortak karar alıp beni ekmişsiniz gibi oldu.''  

''Anlaşılan sen hariç herkes dün gece kafaları kırmış canım,'' 

''Bi saat bekledim kafede tek başıma,''  

''Kapatmalıyım canım, Kaan rahat vermiyor, okulda görüşürüz.''  

Doğru düzgün telefonla konuşamadım bile. Boynum tükürük içerisinde kaldı. Şu tipimde ne buluyor anlamıyorum doğrusu, şimdide öpüşüyoruz. İçtiği otun tadı geliyor ağzıma. Fena değil. Göz ucuyla hemen arkamızdaki yelkenlileri kontrol ediyorum, iki tane dayı bizi izleyerek rakılarını yudumluyorlar. Saat kaçtan beri içiyorlar bilemem ama burunlar mosmor olmuş.  

''Gençlere bak bee, helal size helaal,'' diyor dayılardan sevimli ve ton ton olanı.  

Umursamıyoruz. Kaan'ın çamurla kaplı ağzımın içinde dolaşan dilini ısırıyorum ve kendimi geri çekiyorum.  

''Ceset gibiyim.''  

''Rahatla işte biraz, yanımdasın, şunu da ateşlersen sevinirim.''  

Parmaklarının arasındaki sigarayı alıp ateşliyorum ve okula doğru yürümeye koyuluyoruz.  

''Nilsu ne diyor?''  

''Kafede yarım saat tek başına oturmuş, Çağrı'dan haberin var mı?''  

''Dün gece beraberdik işte, Irish pub'da,''  

''Eee?''  

''Eskiden Bar10'da çalışan bir elemanla kavga ettiler, tam olarak kavga sayılmaz gerçi, en azından Çağrı için,''  

''Nasıl yani?''  

''Dün gece bütün pubları dolaştık neredeyse, bazıları içeri almadı, kapıda taşkınlık çıkardık. Bahsettiğim kavga öylesinden bir şeydi yani. Tilt oluyorduk zaten bir süredir bu elemana, tesadüfen denk gelince Çağrı laf atmaya başladı ve ortalık karıştı. Mekandan kovulunca bu piç kurusunun eski çalıştığı yere gidip hakkında biraz bilgi toplamak istedik, sanki tam evinin önünde pataklarız diye plan yapmıştık, net hatırlamıyorum bazı şeyleri,''  

''Salaksınız... Okulda yokmuş... Ondan sordum... Genelde herkesten önce okulda olur biliyorsun, ne kadar içip sıçılsa da bu hep böyle olmuştur,''  

''Uyuyordur kesin, normalde bende kalacaktı ama sonradan vazgeçip eve gitmeye karar verdi. Hatta ısrar ettim ama dinlemedi, gece boyunca da fazla agresifti aslına bakarsan,'' 

''Belgin'i mi arasak?''  

''Oha abartmayalım, hem kardeşinin aramalara cevap verme gibi bir huyu yok biliyorsun, merak etme üçüncü derse doğru damlar okula,''  

Kafam gerçekten çok güzel oldu, sağlam malmış, gerçekten dediği gibi kendime getirdi beni. Sahilde yürüyen bir avuç insanı inceliyordum Kaan'la konuşurken; yüzler asık, herkes mutsuz, silah zoruyla falan işe gidiyor... Deniz ve gökyüzü varken neden buna katlanayım ki diye düşünerek bakışlarımı sislere boğdum... Düşüncelerim benden çıkıp gökyüzünde kelimelerin şeklini alan bulutlara dönüşmeye başlıyor ve sisleri yararak ufukta kayboluyordu.  

Aptal aptal sırıttığımın farkındayım. Saçlarım uçuşuyor. Yere tükürmek istiyorum ama bunu yapamam, yapmamalıyım, yutmak da istemiyorum. Kısa sürede yine kendi canımı sıkıyorum.  

Denize tükürmek istiyorum...  

Kusmak üzere miyim?  

Hayır hayır...  

Kaan telefonla konuşmaya başlıyor, bir çizgi filmden falan bahsediyorlar sanki... Çantamdan acil durum votkamı çıkarıp bir yudum alıyorum ve ağzımda biriken tükürükle birlikte boğazımı yakıp geçiyor. Biraz daha iyiyim. Kaan el kol yapıyor, şişeyle sigarayı takas ediyoruz ve telefonu da diğer elime tutuşturuveriyor; Adrian'ın sesi bu...  

''Her şey maket! Oyun hamuru! Ya da ne bileyim çizgi roman tadında! Ne oldu biliyor musun, ablam odama geldi, bir şeyler zırvalıyor, kızıyor falan okul saati, bilmem ne, kahvaltı börek çörek, ama ben o ara neredeyim? Bambaşka bir boyutta! Hiç farkında değil ama oyun hamurundan ibaret gözümde, lego da olabilir, Tim Burton karakteri de! Böyle mikro doz mu olur Kaan?! Hahahahah!''  

Kaan resmen bana kafa atıyor ve kulağını telefona dayayıp dinlemeye çalışıyor. O zaman niye bana verdi ki bu gerzek telefonu?  

''Okul mokul yalan oldu bende duyuyor musun?! Etkisini hafife almışım, evden çıkabilirim okula gelebilirim zannediyordum ama yapamam... Bu arada Nilsu biraz kızgın söyleyeyim, aradı saçmaladım, suratıma kapattı. Hadi beni geç, siz neden gitmediniz buluşmaya? Sanki önemli bir durum varmış hissine kapıldım Nilsu erkenden buluşma talep edince. Ayıp oldu kıza, bari bugün fazla sataşma şuna. Her neyse akşam da dışarı çıkamam ablam ceza verdi, çok ciddi ve öfkeli, konuşsana orda mısın?''  

Nutkumun tutulduğu aşikar. Kafam çok başka yerlerde. Yarısını dinlemedim, diğer yarısını da hiç umursamadım. Kaan yadırgayan bir bakış atıyor ve telefonu kulağımdan alıyor.  

''Evet dostum evet, burdayım,''  

Telefon konuşmaları bitmez şimdi bunların, kulaklıklarımı takıyorum...