bu yazıyı okumaya verilen çabanın temas ettiği bir nokta vardı, değer. okunduğunda yüzde alaycı bi gülümseme oluştursa da benim nezdimde gerçekti. insanın herhangi bir çabası her zaman bir değere dokunuyordu. bu dürüstlüğe alaycı yaklaşılacağını sezsem de söylemeliyim ki bu yazıyı okumaya değmez. hayatın bizden alıp götürdükleri genelde değer verdiklerimizdi. değer verilmeyen belki de hayatta tutulmazdı ancak hayatın ilk almak istedikleri de kıymet verdiklerimiz olunca insan bu acımasızlık karşısında ilk etapta sarsılıyor.
neye ne kadar değer verirsem o kadar gitmez sanıp, bi o kadar sarsıtıcı bir şekilde elimden kayışını izledim. bu ilk seferle kalmayınca hiçbir yıkım artık beni enkaz altında bırakmadı. şu saatten sonra haddinden fazla verilen değerin insanın kendi zararına dokunduğunu anladım. bunu anlamak geç ve ağrılı olsa da bu gerçeği sindirmenin bundan sonraki yolumda işleri kolaylaştıracağına inanıyorum. yirmi dört yaşıma girdiğim gün bunu fark ettiğim anın yüzümdeki acı tebessümünü bi müddet unutmayacağım.
hayatın sandığımız kadar olmadığını, sandığımız kadarın her zaman zihnimizi oyaladığını ve hiçbir şeyin bizi düşündüğümüz kadar ciddiye almadığını yirmi dördüme bastığım gün öğrendim. birine güvenmenin, güvenilen zamana gelene değin kulağını kapattığın gerçeklikleri hatırlamanın nasıl canını yaktığını, kendini bile bile aptallaştırdığını inanamamanın hayreti üzerime yapıştı. bunun lanetini üstümden silkelediğim an 'gerçek' hayat kavramına biraz daha yaklaşmış olacağım. hayatın acımasızlıkları kişi bazlı şart olmaksızın bir olay silselesi içerisinde sizi bulduğunda en başta toy hissedersiniz. bu sizin suçunuz değildir. ancak ikinciden sonraki seferler artık aptal hissetmek size müstahaktır. şu konuda anlaşılmalı ki kişinin kendine verdiği zarar bile isteye değildir ancak taraflarından gelecek darbeye gönüllü olduğu insanları hayatında bile isteye tutması göreceği zararı göz ardı etmesinin aptallığıdır.
kişiler, akış, hissiyatlar verdiğimiz değeri çoğunlukla hak etmez. evrenin korumak istediği dengeyi fazla değer verişinle bozduğunda karşılığını her zaman kendini incitecek şekilde alırsın. bu dengeyi kurmaya mahkum olunup olunmadığı bilinmez ancak inanışa kalırsa şu saatten sonra ben buna inanıyorum. alıp verme terazisi bir tarafın ağır basmasıyla dengesini bozuyorsa o dengenin sağlanması için canını acıtmayı artık şart görür.
verdiğimiz değeri hak edecek bir şey bulunmak isterse o da zamandır. geri alınamayacak ve akmayı durdurmayacak tek şey. zamana ektiklerini biçtiğinde karşılığını alman hep muhtemel olmasa da ömür içindeki insanı en tatmin eden şey budur. çabanın karşılığında "değen" gördüğünde verdiğin zaman da buna değer. kişi ne zaman bir başkasına değil de kendi için bir şey ekse her zaman kazançlı olacaktır.
_yazdıklarım tamamen görece. gece 3 suları bireyin en saf haliymiş.