dikiş tutmaz bir boşlukta, karanlıkta, düşsüzken
süzüleceğim bütün bulantıyla eriye eriye
gidişimin gölgesi bile görünmeyecek!
erisin ruhum, süzülsün bulantımın canlı kalan yanları!
zihnim sürgüne yollansın en derinlere!
yıldızlar uyuyan yerlerinden kanayacak
yüzüme dikili buruklukla geçeceğim geceden!
nasıl anlatabilir ki gözlerinde tutsak kalan işkenceyi
kim kimi anlayabilirdi?
herkes kendini taşıyordu sonsuz bir yük gibi!
kim anlatabilirdi?
yüzümde acının parmak izleri
içimdeki bıçak dilsiz
göçebeliğim ruhumdan ruhuma...
uzun bir susuşun ardındaki buruk tebessüm
gitmek ya da kalmak anlamını yitirdiğinde
hiçliğin içine dimdik dikersin var oluşunu!
ne zaman sona erer gece
gece kalan yanlarımı söndürür mü güneş
yoksa sonsuza dek hüküm mü sürer karanlık
biter mi düşün sessiz sarhoşluğu
hastalıklı sanrılar gider mi
paramparça var oluşun dikilir mi
unutulur mu sesler
mevsimler gibi değil misin artık
sonbahar mı kaldın
unutmak istiyorum
kendimi unutmak
anlamlandıramadığım sancıları
benden geriye kalmayanı
bulantıyı
düşü
zamanı
sessizliği
sonsuz sessizliği duymak istiyorum...
neden soğukluk hüküm sürmüş aynalarda
bilmiyorum
hiçbir şeyi bilmiyorum
benim aynam yok!
gülüşleri çok uzaklarda simsiyah bir gemi olmuş
gülen gözleri dalgalar almış götürmüş
deniz oldumda geldim
hepsini içime gömmek istedim
en derinlere
kanasın istedim bütün yaralarım!
gülüşler, acılar, yarım kalışlar...
hepsi tekrar kanasın istedim
deniz oldum
kendi kendime boğuldum kendi içimdeyken...