Dokuz dakika kırk yedi saniye, sonbahar ağaçlarda tek bir yaprak bile kalmamış, bütünüyle çırılçıplak, sesleri susturan birkaç kadeh şarap dökülmüş ağacın köklerine... beslenecek büyüyecek yaşayacak günleri olan ağaç zehirle doluyormuş. gitmek istemiş dağın bir başına masmavi gökyüzüne nispet yapan denizi görmek istermiş mesela dalgaları kayıplara vuran bazen kayalıklara vuran o güzel güzelli denizi... neredesin şimdilerde... dön kaybolduğundan yoldan ağacı bul, bazen sana gelemeyenlere senin gitmek gerekir. ne duruyorsun öyle boş boş kumların sıcak hâlâ kalbin şevkatli yapabiliyorken neden üzüyorsun? milyonlarca ayak izi milyonlarca kumlarında uzanan insan. dalgalarında intihar eden etmek istediği için gelen insan. biraz olsun kafasını toplamak için sakinleşmek için gelen... ya da hepsini neyse boşver. sadece sana gelenler. daha iyi görüyorsun daha yakından bakıyorsun bize. ağaçtan farkımız yok. çünkü biz de başkaları tarafından zehirleniyoruz. yol var bak gidebilirsin. ama gitmiyoruz. biz öyleyiz işte savaşı kazanmak zannediyoruz. lakin savaş savaştır işte.