Duvarların dibi sokaklara göre daha soğuktu. Burada ısınmak zor olsa bile yazları serin bir yer olması güzeldi. Mevsimin yaz olması daha güzeldi. Çocuklar dışarıda oyunlar oynuyor, festivaller düzenleniyordu. Herkesin en güzel kıyafetlerini giyip dışarı çıkması, sokakları cıvıl cıvıl yapıyordu. 


Ama duvar diplerine geri dönecek olursak oralar pek cıvıl cıvıl değildi. Bu yer evsizler, serseriler ve çete üyeleri kaynıyordu. Muhafızlar pek uğramıyordu, daha doğrusu uğramak istemiyorlardı. Senry uzun süre olmasa bile kısa sayılmayacak bir zamandır şehrin bu kısmında kalıyordu. 

Alışmıştı yerde yatmaya, soğuk ve iğrenç, atılmış yemeklere. Artık taze ya da sıcak bir yemek bulduğunda gözleri dönmüş şekilde yiyordu. Eskiden böyle değildi demek yanlış olur çünkü Senry yemek yemeyi seviyordu. Sadece atılmış ve soğuk yemekler onun damak zevkine uygun değildi. 


Eline aldığı bayat ekmeği yerken aklına babasının kendisine yaptığı sıcak poğaçalar gelmişti. Tuttuğu ekmek değilmiş, bir poğaçaymış gibi gözlerini kapayıp hayal etti. Önce kokladı, burnuna taş fırından çıkmış poğaça kokusu geldi. Ardından büyük bir ısırık aldı. Mayalanmış hamur tadı iç çekmesine sebep oldu. Ama yutarken bayat ekmek boğazından kuru geçmedi. Hayalinden uyandı. Yine taş sokaklara ve bayat ekmeğe geri dönmüştü. Oturduğu, bu havalarda oturmak için iyi olan, serin taştan yavaşça kalktı. Çeşmeye doğru yol almaya başladı. En yakın çeşme, günlük hayatın daha enerjik olduğu bir noktadaydı. Senry kendini orada daha güvende hissediyordu. 


Bunun sebebi çeşmenin yanında olan heykeldi. Heykel, babasının hatlarını taşıyordu. Tek farkları neredeyse heykelin kaşında olan çizikti. Hatta ilk gördüğünde o kadar uzun bakmıştı ki bir muhafız ona bu heykelin kim olduğunu anlatmıştı. Kendisi on iki krallığın ilk kralıydı. Bir çok isim ile anılır ama en çok kullanılan ve bilinen ismi Kadim'di. Senry bu bilgiler dışında gerisini pek dinlemediği için hatırlamıyordu. Onun ilgisini yüzü çekiyordu. Muhafıza heykelin babasına çok benzediğini söylediğinde, muhafız kıkırdayıp dalga geçmişti. 


Senry çeşmenin yanına geldiğinde ortalık kış günlerine nazaran daha kalabalıktı. İnsanlar serinlemek için çeşmeye gelip su içiyordu. Şehrin birçok yanında çeşme vardı. Bu çeşme daha çok ilgi çekiyordu. Senry pek sebebini sorgulamamıştı ama çeşmenin yakınında olan süs havuzundan olduğunu tahmin ediyordu. Süs havuzu şehrin en büyüğüydü. Ayrıca havuz, dibi gözükmeyecek kadar derindi. 


İki avuç suyunu içip havuza doğru yöneldi. Havuzun kenarında oturup insanları izlemeyi ve onlarla sohbet etmeyi seviyordu. Bazen ona para bile veriyorlardı. Senry kabul etmiyordu. Oraya dilenmek için gelmediğini, sadece vakit geçirmek için geldiğini söylüyordu. Her zaman oturduğu kenarda oturdu. Renk renk giysilerle etraf gerçekten cümbüş gibiydi. Senry üstünde duran kahverengi çuvaldan bozma elbiseye bakıp biraz daha renkli olmasını diledi. Bugün her zamankinden daha fazla kalabalıktı sanki. Kalabalık olmasının yanı sıra bir telaş içinde oradan oraya koşturuyordu herkes. 


İnsanlar çarpışıyordu birbiriyle. Senry sırtının ıslandığını hissetti. Sonra bütün vücudunun. Yutana kadar suya düştüğünü fark etmemişti. Işık giderek azalıyordu. Ona uzanmaya çalışan kimse yoktu. Karanlık onu giderek yutuyordu. Ciğerleri su ile dolmuştu. Yüzmeyi bilmiyordu. Panik içinde hareket etmeye çalışsa bile sıcak bir his onu kapladı. Huzur ve panik iç içeydi. En sonunda görebildiği tek şey karanlığın derinlikleriydi.