Gözleri yavaş yavaş açıldı. Sağında duran yastık boştu. Yatakta doğrulmaya çalıştı. Her yeri ağrıdığından yatağa geri düştü. Bir kez daha denedi. Bu sefer ayağa kalkmayı başarabilmişti. Bir kedi gibi gerinmeye çalıştı ve diz kapakları bile çıt diye ses çıkardı. Üstünü değişirken gözü maskeye takıldı. Fildişi beyazı rengi ve korkunç bir gülümsemesi olan bir maske... Sahnede kullanıyordu. 


Sahne deyince bir anda sağ elinde bir yokluk hissetti. Bunun sebebi çoğu zaman taktığı gümüş yüzük ve kadife eldivendi. Yüzüğü aradı. Her zamanki yerlerinde yan yana aynanın önünde duruyordu yüzük ve eldiven. Yüzüğün üstüne kılıç motifi işlenmişti. Kılıcın sapından ucuna doğru bir gül sararak dolaşıyordu. Eldivense çok dikkat çekmeyen bir kadife eldivendi. Aynaya yaklaştığında kendine bir baktı. Sağ elinden dirseğine uzanan bir izi vardı. Bu iz yüzükte olduğu gibi hatta daha detaylı yediveren gibi dolanıyordu. İzin bazı yerleri gerçekten açmış bir gül gibiydi. Eldiveni evde takmasına gerek olmadığından yüzüğü yavaşça alıp taktı. Bu sırada omzunda hafif bir sızı hissetti. 

Omzu sargıyla sarılmıştı. Sol omzuna sarılı olan sargıyı yavaşça açtı. Yarası sığ ama dikkate alınmayacak gibi değildi. Yara iyi temizlenmiş olduğundan iyi bir dinlenmeyle bir şeyi kalmazdı. Gece yaralı olduğundan ateşi çıkmıştı. Terlemişti, üşütmemek için terini bir havluyla sildi. Gömleğini giyerken aynı anda kemanını çantasına koymaya çalıştı. Sakince yaptı çünkü kemanını gerçekten çok seviyordu. Hayata tutunmasını sağlayan iki şeyden biriydi. 


—Hayatım sen mi uyandın? Bir kadın sesi duyuldu merdivenlerden aşağıda.

—Evet, benden başkasını mı bekliyordun?

—Hayatımsın, başkasını niye bekleyim ki?

Merdivenlere doğru yöneldi. Kemanını almayı unutmadı. Merdivenleri yarıladığında kadını gördü.

—Ben de seni seviyorum. dedi. 

Zarif ve uzundu kadın. Bir yandan masayı hazırlıyordu, bir yandan demliğe kurutulmuş papatya atıyordu. Saçları kısa ve kumraldı. Gözleri kahverengiydi. Kadın dönüp bir gülümsedi. Kadının gülümsemesi içini ısıttı. 

—Omzun nasıl iyi mi?

—Sayende daha iyi. Teşekkür ederim.

Kadına yaklaştı, alnından öptü. Kadın bunu bekliyormuş gibi ona sarıldı. Bu his olmasa nasıl yaşayacağını bilmiyordu. Masada buharı üstünde bir ekmek, biraz tereyağı ve vişne reçeli vardı. Papatya çayı bardaklara koyuldu. Uyuyup dinlemesi için yapmıştı kadın. 

—Benim üzerimde yaramıyor, biliyorsun.

—Denemekten zarar gelmez. Bir gün işe yarayacak. Emin ol Myre.

Myre kabul edip çayından bir yudum aldı. Sandalyede kaykıldı ve daha rahat bir pozisyona geçti.

—Demiştim, değil mi? Bak hemen yaradı, dedi kadın. Algısı bir anda dışarı kaydı. Gölge'nin toynak sesleri ve nefes sesleriydi. Uzun yıllar geçmesine rağmen bu denli tetikte olmak çok yorucuydu.

—Hayatım sakin ol. Sen, ben ve Gölge, başka kimse yok.

—Evet, haklısın Ash. Özür dilerim.

—Özür dilemene gerek yok.

Ayağa kalktı ve bir şarkı mırıldanmaya başladı. Bu melodiyi bilmeyen yoktu. Küçük bir kasabada yaşayan bir çoban kızı anlatırmış. 

—En sevdiğin parça ha?

—Hadi hadi bana eşlik et.

Myre kemanını çıkardı ve Ash'e eşlik etmeye başladı. Bugün huzurlu geçecek gibi görünüyordu.