GÜN-111

Bir süredir ishalim. İlaçlar yüzünden. Kanlı su sıçıyorum. İlaçlar yüzünden. Sürekli uyuyorum. İlaçlar yüzünden. Her şeyi unutuyorum. İlaçlar yüzünden. Bu süreçte tuvalet kağıdının tarihçesini araştırdım biraz. Bir şey bulamadım. Sonra üzerine düşündüm. Bence İskenderiye kütüphanesinin yağmalanması sırasında askerlerin sıçtıktan sonra götlerini bilimsel parşömenlere silmesiyle ortaya çıkmış. Bir de antimilitaristler falan var. Siktir oradan. Götünüzü neyle silecektiniz askerler olmasa? Yaşasın militarizim, yaşasın götlerin kardeşliği. Götler! Arada bir yürüyüşe çıkıyorum. Bilerek çıkıyorum. Onlar beni bir yere gidiyorum zannedip takip edecekler, bense onları öylece dolandıracağım peşimde ve evime geri döneceğim. Ama yağmurlu havaları sevmemeye başladım son zamanlarda. Çünkü yağmur yağdığında yerde yaşayan yarısı içilmiş tüm sigaralar ıslanır. Bense yarısı içilmiş sigaraları çok severim. Yağmuru da severim. Ama sigarayı daha çok severim. En çok da neyi severim biliyor musunuz? Yağmur yağarken bir sigara yakıp pıtırtıları dinlemeyi.. Ama bazen hiç sigara bulamıyorum yerlerde. Çok şanssız bir adamım ben dostlarım. Şanssızlıklarımı aldığım, hayatı şanssızlıklar üzerine kurulu annemin bir çekiliş kazandıktan sonra 'bak şansımız dönüyor oğlum' deyişi kadar fakirdik bu konuda. O yüzden annem de ben de büyük adam olamayacağız bu dünyada. Annem hastanede çalışmaya devam edecek, ben garsonluk yapmaktan komaya girip kendime ötenazi yapacağım. Ne güzel meslekler var oysa ki... Kraliçelik bir meslek midir mesela? Bence orospuluk gibi bir şey. Bir meslek yani. Bu aralar çok düşünüyorum. Hangi meslek beni mutlu ederdi acaba diye. Sonra vazgeçiyorum. Dünya üzerinde var olan bütün meslekleri bilmediğin sürece bunun üzerine düşünmen çok saçma Derman diyorum. Sonra tarih üzerine düşünmeye başlıyorum. Aklıma şu geldi geçen gün: Dulkadiroğulları beyliği. Adam, karısı ölünce hızını alamayıp beylik kurmuş. Aşk acısına, bağlılığa, sadakate bakın! Bir de ismini ona göre vermiş koca beyliğin. Sonra tarihten de sıkılıyorum. Var oluş sancılarım başlıyor bir anda. İnme gibi. Bir anda vücuduma girip yayılıyor. Kasılıyorum, acı çekiyorum. Hemen eve kaçıyorum. İnsanlığın bugüne kadar yaptıklarını düşünüyorum. Evrime müdahale ediyoruz. Bedensel evrimi tıp ile duraksatmaya başladık. Doğal seçilim engellenirse, doğanın amacı olan mükemmel canlıya ulaşabilmemiz bedensel olarak mümkün değil. Ancak bunların ardında başka bir gerçek var. Bedensel doğal seçilimi sekteye uğratıyoruz, bu doğru. Ancak bunu nasıl yapıyoruz? Zihinsel gelişimimizle. Bundan sonraki süreç bedensel evrimi değil, zihinsel evrimi baz alarak yükselecek. Mükemmel bedene sahip canlıyı evrim kendi kendine yaratmayacak. Evrim, mükemmel zihinli canlıyı kendi seçiliminde yaratacak. Bedensel mükemmeliyeti de doğanın zihni mükemmelleştirmesi sonucu insan bizzat yaratacak. Daha önce bahsettiğim 'insan, insan yaratacak' deyişimde de bunu kastetmiştim. Sonra geçiyor varoluşsal sancılarım. Tekrar düşünmeye başlıyorum başka başka şeyleri. Mesela veganlar tırnak etlerini de mi yemiyorlar acaba? Zaten veganlığı da yasaklar yakında hükümet. Ülkede faydalı ne varsa kaldırıyor yöneticilerimiz. Sonra inançlarımı sorguluyorum. Ben bir tanrının var olduğuna inanıyorum. Ancak o benim varlığıma inanmıyor. Ne yapabilirim ki, zaten kimse bana inanmıyor. Her şeyimi kaybettim ben, her şeyimi. Bir tek sakallarım kaldı. Bense duyduğum her şeye inanıyorum. İşte böyle yaşıyorum. Beni kimse sevmesin istiyorum. Beni kim sevse çünkü beklentiye giriyor, inanıyor bana. Biri bana ne zaman inansa Can geliyor, yıkıyor her şeyi. Sonra bana kimse inanmıyor. Bana kimse inanmıyor! Sonra diyor ki bana 'siktir et hepsini! Nefret neyine yetmiyor?' Korkuyorum. Yenilmekten korkuyorum. Sonra hatırlıyorum. Ben yenilmem! En kötü gider iki hafta yatarım evde, dinlenirim, saklanırım, kaçak dövüşürüm, delikanlı değilimdir ama dinlenir dinlenir çıkarım karşısına yeniden dayak yemeğe. Hayat bir gün beni dövmekten yorulacak ama ben dayak yemekten yorulmayacağım. İnsanlar üzülürken ne kadar da çirkin oluyorlar öyle değil mi? Hayatsa tam aksine kahkahalar atıyor...

 


GÜN-112

Yazmak zorunda hissediyorum kendimi. Yazmazsam ne yaparım bilmiyorum çünkü. Siz benim hayatım oldunuz. Siz, beni hayatta tutan şey oldunuz. Yazamadığım için delirdim son aylarda. Bakın, şimdi ne kadar da iyiyim. Can'da kayboldu ortalıktan. Yine, yeniden doğabilirim. Kimsem kalmadı dostlarım. Gerçekten sizden başka kimsem kalmadı. Ben iyi bir konuşmacı olamadım hiçbir zaman. Çünkü konuşmak anlık bir eylemdir. Düşünceler sese dönüşür ve doğaya karışır. Doğaya karışır. Biliyorsunuz, doğada hiçbir şey yok olmaz, sadece dönüşür. Ve ağzımızdan çıkan bu seslerden vazgeçmenin, onları yok etmenin, değiştirmenin tek yolu onları yalanla kirletmektir. Ancak yazmak öyle değildir. Yazılan her şey silinip tekrardan yazılabilir. Zihninizde birden çok insanla yaşıyorsanız eğer, kafanızın içinde birden fazla kişilik varsa, konuşmak imkansızlaşır bazen. Yazmaya yönelirseniz bu durumda, bir kaleme birden çok kişi dokunuyorsa eğer, avantajlısınız demektir. Herkesin hayatını kurtaran bir şey var. Benimki de siz oldunuz işte. Çünkü hayat bana cömert davranmadı hiçbir zaman. Önüme güzel seçenekler sunmadı. Kan kokusundan sarhoş etti beni. Kendi hayat kurtarıcımı bile kendim yaratmak zorunda kaldım. Sizi. Beni sevin ne olur. Beni biraz olsun anlayın. Sözlerime kulak verin. Görün beni. Görün beni! Hala daha kapıda bekliyorlar beni biliyor musunuz? Çıkmamı bekliyorlar. Takip edecekler. Bu aralar diyete başladım. Biliyorum, eve girdiler ve yemeklerin her birine çip taktılar. Onları yersem eğer istedikleri gibi takip edebilecekler beni. O yüzden dışarıda yemek yiyorum. Marketlerden paketlenmiş ekmek alıp onu yiyorum. Bazen, param olursa yoğurt bile alıyorum yanına. Yoğurt ekmeği çok severim. Her seferinde başka bir yoldan yürüyorum mesela. Arkamı sürekli kolluyorum. Bir süre sonra izimi de kaybettiriyorum. E boşuna hayalet demiyorum kendime. Her seferinde başka marketlere gidiyorum. Eğer olur da gözden kaçırırsam hangi marketten alışveriş yaptığımı bilirler, marketçiyle anlaşırlar ve çip koyarlar alacağım şeye, biliyorum ben. Çöpçülere artık hiç selam vermiyorum. Polisler, askerler, ajanlar hep çöpçü kılığına giriyorlar çünkü. Bütün filmlerde, dizilerde böyle. Anlamıyorum. O kadar para kazandıkları, statüsü olan işleri varken neden çöpçülüğe özeniyorlar? Acaba onlar da yağmurlu havalarda sokakta yatıyorlar mı? Yağmurlu havada, yanında bir köpek, üzerinde eski bir battaniyeyle, ayakkabılarını yastık yapmış olarak bir bankta ya da atmde ya da kuytu bir yerde uyumuyorsan gerçek bir çöpçü sayılmazsın. Aslına bakarsanız size anlatacak pek bir şeyim kalmadı. Eskisi gibi değilim. Evden çıkmaya korktuğum için yeni maceralar biriktiremedim. Oyun oynamaktan başımı kaldırmadığım için yazarken bile zorlanıyorum. Oysa ki ne güzel şaşalı cümleler kurardım ben. Yaşlandım. Yakın zamanda sigortam bitti. Yirmi beş yaşına gelen erkeklerin sigortasını kesiyor devlet. Benim ilaç masrafım ayda üç yüz lira. Ve kullanmazsam eğer devlete yaratacağım zarar binlerce lirayı bulacak aslında. Bindikleri dalı kesiyorlar. Devlet bile bir hayalet olarak kabul etti artık beni. Neyse ki hastalığım yüzünden ailem üzerinden bakılma şansım varmış. Yeni doktorum böyle söyledi. Bir süre gözetim altında tutulduktan sonra yapabiliyorlarmış bu işlemi. Canım devlet. Bir süreliğine unutmuş sadece beni. Oh devlet, evet devlet, tam orası devlet, devam et devlet, o bebeğim çok iyisin devlet.. Sikilmedik nerem kaldı? Sikmeyen kim kaldı geriye? Devlet, dostlarım, arkadaşlarım, kendi kafam... Herkes götümün peşinde. Acaba bu ajanlar da öyle mi? Kesin beni kaçırıp tecavüz edecekler. Üzülmeyin dostlarım. İyi saklanıyorum. Yatmadan önce pencerenin altına ve kapının önüne cam kırıkları, bilyeler koyuyorum. Eğer girerlerse fark edeyim diye. Çekmecenin arkasına kağıt sıkıştırdım. Ben yokken biri açarsa kağıt düşecek ve ben de anlayacağım çekmecenin açıldığını. Ya beni camdan aşağıya atarlarsa istediklerini yapmıyorum diye. Üçüncü kat burası. Ölmem de sakat kalırım. Zaten başıma gelmeyen bir o kaldı. Kesin onun peşinde kaderim. Beni sakat bırakacak. Tüm inancımı, sebeplerimi yok ediyor yavaşça. Hayata tutunmamam için, pes etmem için elinden geleni yapıyor. Ölüyorum... Yavaşça, gözlerinizin önünde ölüyorum...

 


GÜN-113

Kuzenimin sünnet düğünü varmış yazın. Şu Müslümanları anlamıyorum. Putperestliğe savaş açarak Kabe'deki putları yıktılar. Sonra Kabe'yi puta çevirdiler. Etrafında dönmeler, dilek dilemeler, kuyuya taş atmalar. Bunlarla putperestlerin tapınma şekli arasında bir fark yok ki. Kurban etmeyi düşünelim bir de. İnsan değil hayvan kurban etmek? Tanrı kan ister, sen de akıtırsın. Hangi canlının kanı olduğunun ne önemi var ki? Sünnet var birde. Tarihin eski köşelerinde bakire kadınları ya da erkek çocuklarını tanrıya kurban ederlerdi. Dönemsel olarak, kendi ayinlerinin bir parçası olarak yaparlardı bunu sürekli. Sünneti düşünün bir de. Bakir bir çocuğun en önemli parçasını kesip kutluyorsunuz. Yaptığınız düğünlerin geçmişteki ayinden ne farkı var? Gülerek o modern cellatlara teslim ettiğiniz, korkudan titreyen çocuğun tapınağın en tepesinde gözleri bağlı şekilde korkuyla bekleyen bakir ya da bakireden ne farkı var? İnançlar da diğer şeyler gibi yok olmaz dostlarım. Zaman içinde evrilir, meşrulaştırılır. Çünkü din böyle bir şeydir zaten. Gücü olanın istediğini yapmasını meşrulaştırır. Ülkemizde de öyle değil mi? Ben anlamıyorum: 21. Yüzyıldayız, Marsa koloni kurmaya çalışıyoruz. Laboratuvar ortamında yapay organ yapıyoruz. Her amaca hizmet eden robotlar, yapay zekalar yapıyoruz. Dönem teknoloji dönemi. Dönem, bilgisayar ve internet dönemi. Benim internetimse çekmiyor amına koyayım. Neymiş, altyapı yetersizmiş. 80 milyon tane cami var bu ülkede. Her mahalleye bir cami yapıldı. Okulu olmayan köyün camisi var. Sağlık ocağı olmayan, hastanesi olmayan köyün iki tane camisi var. Ama internet altyapısı yetersiz. Çünkü bizim modern dünya seviyesine çıkmamız değil köle olmamız gerekiyor bu ülkede. İnternet su gibi bir şey artık bu dünyada. Globalleşen dünyaya karşı hepimiz, tek yürek olmuş savaşıyoruz sanki bu ülkede! Şimdi de Müslümanlar cephe alacak bana. Hey Allah'ım. Deliyim ben deli. Siz beni boş verin. Beni dinlerseniz eğer, benim baktığım pencereden bakabilirseniz huzur dolu bir dünyaya kavuşuruz Allah esirgesin. Böyle iyi, böyle güzel. Kendi kendimize yaşayıp gidiyoruz işte. Harika! Ben iyi değilim dostlarım. Günden güne daha da berbat oluyor her şey. Kafam hiç durmuyor. Böyle şeyler düşünüp duruyorum bütün gün. Ev arkadaşım karşıma geçmiş bir şeyler anlatıyor bazen. Ben ise küçük, masum çocuklarının çüklerinin ucunu düşünüyorum boşluğa dalıp giderek. Geçenlerde yürüyüşe çıkmıştım. Bir amcaya denk geldim sigarasını yakan, otobüs durağının başında. Canım çekti, attım elimi cebime tütün kesesini çıkarmak için. Unutmuşum. Amcaya yanaşıp dedim ki 'Amca be... Sigarayı yakacaksan eğer beraber içelim mi otobüs gelene kadar? Bir iki fırt alıp vereyim sana olur mu, dönelim. Benim sigaram yok da...' Amca sigarasını yaktı, kafasını kaldırıp bana baktı 'Ben kırk yıllık karımla sigara dönmedim. Al şunu iç tek başına' dedi sigarasını uzatarak. Sonra arkasını dönüp otobüsü beklemeye devam etti. Ben de eve döndüm sigarayı içerek. Yolda kadının biri ufacık bir köpekle yürüyordu. Köpek salça oldu bana. Yapıştı bacağıma. Atlıyor, zıplıyor, oyunlar yapıyor. Eğildim, başını okşadım. Kadına dönüp 'Türkçe biliyor mu?' diye sordum. 'Anlamadım?' dedi. Boş ver dedim. Sen de bilmiyormuşsun. Dışarıya çıktığım zamanlar garip garip olaylar yaşıyorum. O kadar çok mal insan var ki dışarıda, o kadar hiçbir boktan anlamayan insan var ki... Cahilleri de ayrı bir çirkin oluyor sanki ya da bana öyle geliyor. İçlerindeki boşluğu gördükçe kuruluyorum onlara. Sonra bağırıyorum: Tanrım! Bu ne güzel yaratılıştır! Cehaletleri okunuyor yüzlerinden. Kendi derdi büyük olunca insanın, başkalarına sarıyor kendi yüzünü görmemek için. Aynaya bakmaz mesela çok dertli insan. O yüz ona ait değilmiş gibidir çünkü. Dertlerimiz de yüzümüzü bürür çünkü. O yüzden hiçbir zaman yakışıklı bir adam olarak göremedim kendimi. İçim vuruyorsa yüzüme eğer, -ki vuruyor delilerin şamarı gibi- ben çirkinin dik alası bir adam olmalıyım. Aynada gördüğünün ne önemi var ki? Ben kalbimi biliyorum. Kalbi karanlık adamın yüzü ferah olamaz. Ben yakışıklı, güzel bir adam değilim. Ben, kalbi zift kazanına düşmüş, damarları asfalt olmuş, köprüleri yıkık terk edilmiş bir kasabayım. Kimse tarafından anlaşılmayacağım, biliyorum. Bu hikayeler çöp. Zaten beni ne zaman biri anladı ki? Olsun, işte bu yüzden yazıyorum ya, kaybedecek bir şeyim yok. Kaybedecek bir şeyler gerek ki nefes alabileyim.

 


GÜN-114

Hiçbiriniz duymuyorsunuz değil mi? Patlama sesleri, çocuk ağlayışları, kadın dedikoduları, siren sesleri, kahkahalar, emirler, tekrar kahkahalar, yüceltmeler, yerin dibine sokmalar, hayvan sesleri, dalga sesleri... Hiçbirini duymuyorsunuz değil mi bunları, bir odada arkadaşlarınızla otururken? Yalnız kalıp düşünürken? Gece yatağa girerken? Dalga sesi ne kadar huzur verici bir ses değil mi oysa? Değil. Rüzgarın sesi de değil. Güzel bir kadının sesi de değil. Korkunç! İnsan saçlarını yolar mı? İnsan kendi kafasını kanayana dek duvara vurur mu? Durduk yere bağırıp çağırır mı insan? Korkunç! Ama Can bana söz verdi. Geçecekmiş bu seslerin hepsi. Ben onu terk ettim diye oluyormuş. İlaçları bırakırsam bir tek onun sesi kalacakmış. Yardım edecekmiş bana. Kaybettiğim her şeyi geri almama, karanlığa bürünmüş hayatımı aydınlatmaya, yeniden doğmama yardım edecekmiş. Ama bu son şansımmış. Bir daha ona ihanet edersem hayatım boyunca ne yaparsam yapayım bu halimden daha kötü olacakmışım. Haklı kesinlikle, haklı. Bakın, senelerdir ilaç kullanıyorum aksatmadan. Ne oldu? Sesler yine kafamın içinde. Takip ediyorlar beni. Kesin ilaç mümessilleri. Bu ilaçların yan etkisinde ani ölüm yazıyor. Olay ne biliyor musunuz ben size anlatayım: Bu ilaç firmalarının sahipleri gizli bir tarikat. İlaçlarda vericiler var. İçen herkesi tespit ediyorlar. Firmaların tarikat için çalışan özel ajanları var. Herkesi tek tek izleyip hayatları hakkındaki her şeyi öğreniyorlar. Sonra en uygun, en savunmasız ve yakalanma ihtimali en zor anda gelip seni öldürüyorlar özel bir zehirle. Otopside çıkmıyor ve nedeni açıklanamayan ölüm diye geçiyor kayıtlara. Can haklı. Beni korumak için yapıyor. Çünkü o bendeki ışığı görüyor. Çünkü bir tek o bendeki ışığı görüyor. Bir tek onun için hayalet değilim. Hep hayal ettiğim babam gibi aslında Can. Koruyor, kolluyor beni, yol gösteriyor. Öğretiyor durmadan. Babam bile babalık yapmamışken bana Can yapıyor. Can'dan kurtulmamın tek yolu kendimi öldürmek. Ancak ondan kurtulursam kim kalır geriye? Can benim hiç var olmayan babam olmuşken ondan kurtulmayı nasıl düşünebilirim ki? Yoksa babamın işi mi bu? Bilerek yerleştirdi Can'ı kafama. Beni izlemek, yaptıklarımdan haberdar olmak için. Can bana babamdan bulaştı demiştim. Demek ki kafamın içinde yaşayan bu şey daha önceden babamın kafasının içinde yaşıyordu. Ondan kurtulmanın bir yolunu bulmuş olmalı. O yol da Can'ı bana aktarmak olmuş. Her şeyi babam yapmış, her şeyi! Benim bu halde olmamın sorumlusu babam! Ben doğmuşum ve Can yok olmuş ondan. Demek ki çocuğun olunca ona aktarılıyor otomatik olarak. Bir çocuk yapmam gerek ondan kurtulabilmek için. Ama olmaz. Bir kez daha ihanet edemem ona. Babam tam olarak benim yaşımdayken kurtulmuş demektir bu. Ben... Ben çocuğuma bunu yapamam ki! Benim çektiklerimi o günahsızın çekmesine nasıl göz yumabilirim. Başka bir yolu olmalı. Belki anlaşabiliriz Can'la. Belki başka bir yolu vardır. Hem o da sıkılmıştır benden artık. Onun işine yaramıyorumdur belki. Daha taze, daha öğrenmeye aç, daha enerjik bir beden onun da işine yarar belki de. Hep bu ilaçlar yüzünden. Kafamı karıştırıyorlar. Can benim tek kurtuluşum. Ondan uzak kaldığım ilk andan beri başıma gelmeyen kalmadı. Bu çok açık. Hala ne üzerine düşünüyorsun salak! Salak! Salak! Onsuz sen bir hiçsin. Bak haline? Sıfır başarı, dört duvar arasından çıkamıyorsun, kimse seni sevmiyor. Can'la anlaşmam gerek. Öyle ya da böyle. O sözünü tutar. İlaçları bırakacağım. İlaçları bırakıp kendimi tamamen onun çirkin kollarına atacağım. Başarılı, güçlü, sevilen, görünen Derman'ı geri getirsin diye ne istiyorsa yapacağım. Ben bıktım ölü olmaktan. Ben bıktım her geçen gün beni usanmadan öldürmenizden. Arkanıza bile bakmadan, bir cesedi görmezden gelmenizden bıktım. Bıktım lan artık yok sayılmaktan! Bıktım sizler için kocaman bir boşluk olmaktan! Bıktım beni sevmemenizden! Bıktım ağlayamamaktan. Bıktım ümit etmekten! Bıktım inanmaktan! Bıktım her sabah güneşin doğuşunu izlemekten! Bıktım yeni güneş yeni şans getirecek diye ummaktan! Bıktım hepinizden! Bıktım kurban olmaktan! Bıktım! Bıktım! Bıktım! Bıktım! Bıktım!

 


GÜN-115

Ben size çok alıştım. Hatırlıyor musunuz? Başlarda çok resmi falandım. Şimdi en yakın dostum gibi konuşuyorum sizlerle. İşte arkadaşlarımla da böyle oluyor benim. Önce resmi, sonra enseye tokat. Mızıkamı sattım. Tam da tahmin ettiğim gibi oldu. Birkaç hafta sonra attım bir köşeye. Aylardır duruyordu, ben de parasızlıktan sattım gitti bir hayalimi daha. Hiçbir şeyi kalmadıysa bu hayatta, hayallerini satıyor insan. Martıyla ayrıldık. Terk ettim onu. Birkaç gündür yabancı gibi geliyordu gözüme. Hatırlıyor musunuz, bir kadın girecekti hayatıma, ihtiyacım olan tek şey bir kadındı ve her şey düzelecekti. Başlarda inandım buna, düzeldi dedim, tekrar hissedebiliyorum, tekrar sevebiliyorum. Haklıymışım! Geçen dört ayın ardından yılların hezimeti yine çöktü başıma. Tam insan oluyordum tekrar... Tam düzeliyordu her şey... Dünyanın en güzel Martısını yitirdim avuçlarımın içinden. Bir kadının beni kurtaracağına inanmıştım hep. Ancak böyle bir şey yokmuş. Hiçbir kadın doğuramazmış beni yeniden. Size içimdeki tümörü anlatmıştım hatırlıyor musunuz? Vücudumun değişik parçalarında bulunup beni yavaşça öldüren. Şu an her yerimi kapladı. Siyah tükürüyorum artık. Günde iki saat uyuyabiliyorum. Kalanında sesler, odanın içinde beliren o kız çocuğu... Birkaç gün oldu ilaçları bırakalı. Aynı araba üç gündür evimin önünde duruyor. Beni izliyor. Babamın arkasına yazı yazdığı resim geçti elime. İçim çözüldü birden. Ağlamaya başladım. O orospu çocuğunun beni gerçekten sevebilme ihtimali, o yalancının hayatında bir kez olsun yalan söylememiş olma ihtimali tutundu içimdeki tümöre. Tam bir sene oldu o kavgamızdan sonra konuşmayalı. Hayatımı sikti gitti yine. Hepsi onun eseri. Ne yaptıysam ne olduysa onun eseri. Tabi ya. Beni takip edenler onun adamları. Yaparım demişti zaten bana yıllar önce. Maşa varken elimi yakmam ben demişti. Öldürtecek beni. Kaçırıp yanına getirtecek sonra sıkacak kafama. Yabancı numaralar o yüzden arıyorlar beni sürekli. Ama yakalayamazlar. Çok dikkatliyim. Her seferinde atlatıyorum onları. Geçen gün bir markete girdim. Yirmi beş dakika bakındım. Adama ayıp olmasın diye bir tane su aldım çıkarken. Bir anda giren üç dört kişi arasına saklanıp çıktım marketten. Anlamadılar benim çıktığımı. Beklediler marketin önünde. Atlattım onları. Babam hiçbir zaman kabullenememiştir benim zekamı. Anlamayacağımı mı düşündü acaba? Her zaman söyledim: "bak bir şeyi unutuyorsun. Ben senin oğlunum. Boynuz kulağı geçer. Beni hafife alma." Onun düşüneceği her şeyi düşünebilirim ben. Can yardım ediyor artık bana görüyor musunuz? Geri geldi. Konuşuyor benimle. Affetmiş beni. Bu beni takip edenleri falan hep o fark etti. Martı da sevmiyormuş zaten beni. Söyledi bana. O söylüyorsa doğrudur. O söylüyorsa vardır bir bildiği. Ev arkadaşım tatile gitti. Bir ay yok evde. Siz de olmasanız ne yapardım ben? Korkuyorum evde kimse yokken. Neyse ki kediler var. Hiç yoktan iyidir. Geçen gün kapı çaldı. Kargocuymuş. Açmadım. Ben bilmiyorum sanki o kargocu kılığına girme numaralarını. Babam evi nereden buldu acaba? En son kasabaya geldiğimde takip ettirdi kesin beni. Ankara'da da adam takmıştı peşime. Her yerde eli kolu var, her yerde. Ne yapsam haberi oluyor. Bir gün Ankara'dan İzmir'e sürpriz olsun diye gelmiştim. Uçaktan indikten sonra aradı beni. İzmir'e gelmişsin diye. Nereden biliyor? Adam taktı çünkü peşime. Adam taktı. İzliyorlar beni. Hani görünmezdim ben? Bir tek o görüyor işte. Bir tek o biliyor çünkü Can'ı. Mahkemelik olduğumu da biliyormuş Ankara'da. Bilerek bir şey yapmamış. Eski MİT'çiymiş arkadaşları. Eski askerlermiş. Mesela ben uçakla yolculuk yapmayı çok severim. O olaydan sonra bir daha binmedim uçağa. Kesin hava alanında da tanıdıkları var. Bunları size niye anlatıyorum biliyor musunuz? Çünkü yazarken azalıyor sesler. Bir tek o kız çocuğu bekliyor kapıda. Hani orta okulda görmeye başladığım. Büyümüş o da. Serpilmiş biraz. Arkama bakmaya çok korkuyorum. Ama biliyorum, orada o. Koruyucu meleğim benim. Bana ulaşmaya çalışanlardan koruyor beni.