GÜN-76

Devam edeceğim daha sonra demiştim kalemimi yaratan kadını anlatmaya. Birkaç sayfa önce bahsetmiştim sizlere. Geçmişten, ancak tam olarak onun üzerine oturan bir şiirle devam etmek istiyorum. Bazen düşünüyorum da bugün yazdığımız şiirlerin, yazıların sahibiyle henüz tanışmamış olabiliriz. Yıllar öncesinin şiiri, bugünün kadınına. Daha önce de dediğim gibi ben birine ateş ederim, bir başkası vurulur.

Delip geçti yağmur çelik gibi sinirlerini;

Gelip geçti kayıp nesillerin toz taneleri her esişinde karayelin.

Yalnızlık hakim göz çukurlarında:

Derin,

Yorgun

ve ölüm siyahı.


Dudaklarının yanındaki çukura koymuş yüreğini kadın.

Yanağındaki çukurda yaşatmış cenazelerin en sessizlerini.

Karşısında dikildiğinde dimdik ve kabullenmiş,

Sorgulattı göz kapaklarına yapışmış gülüşlerini.

Unutmayı lanetlemişti ilk gördüğünde.


Kadındı.

Kadın; hayattı,

Hayat aktarılırdı her surete: ilk gördüğünden beri...


Sonsuzluk kelimelere saplanmış,

'Merhaba'lar sarkıyordu yüreğine giden yoldan.

Kaçış ?...

Yok!

Torbalarında biriken yaş taneleri içine döküldüğünde,

Her söküldüğünde canından bedeni,

Göz göze deyişte,

Yeni bir fidan büyüdü öfke ormanında.

Güneşe ulaşmaya çalışan her bir öfke fidanı,

Her biri birbirinden daha mücadeleci

Yumruklarına yansıyan.


Kaçış ?

Serbest...


Dök çelik gibi sinirlerini delip geçen yağmura sevgini,

Kaç sana uzanan ellerin ulaşım mesafelerinden.

Kurtarılmak istenmeyen intiharlar;

Gerçek olanlar.

Ölümden ötesidir; yolu.

Ölüm;

Yüreğinin,

Gamzenin,

Her ayrıntının içinde bastırılan,

Ulaşımın tek yolu...


Zamanı durdurdu kadın.

Zamansız gidenin ardından,

Zamanı olmayana doğru...

 


GÜN-77

Kaderime kazınmış kocaman bir lanet gibi peşimi bırakmayan, bitmek tükenmek bilmeyen ümidim yüzünden ölüp gideceğim bir gün. Binlerce kez yaşadığım türlü türlü hayal kırıklıkları bile fayda etmiyor vazgeçmeme. Bazen deniyorum. İrade koyuyorum ortaya. Zorluyorum kendimi. Savaşıyorum. İnsan içindeki ümitle savaşır mı? Ben savaşmak zorundayım dostlarım. Hayatta kalabilmek için içimdeki gelecek hayalleriyle savaşmak zorundayım. Çünkü makul şekilde iletişim kurabildiği, beraber gülebildiği, biraz olsun anlaşıldığını hissettiği her kadınla gelecek düşleyen bir adamım ben. Çaresizlikten, kimsesizlikten ne bulursam, ne geçerse elime gelecek planları kurarım. Elimde değil, çok yalnızım. Ve delicesine kurtulmak istiyorum bundan. İnsan ne kadar memnun değilse hayatından, o kadar çok hayal kurar. Bakın büyük hayalperestlere, en büyük kaybedenlerdendir onlar. Hedeflerine, hayallerine ulaşsalar bile memnun olmaz, yeni hayaller peşine düşerler. Çünkü bir kez kaybeden olmuşsan eğer, alışırsın. İnsan her şeye alıştığı gibi kaybetmeye de alışır dostlarım. Bu insanın uyum sağlama yeteneğinin en güzel göstergelerindendir. Bir kez alışırsan kaybetmeye, hep onu ararsın hayatında. Kaybetmek için uğraşırsın istemeden, bilmeden. Kaybetmek haz vermeye başlar, bilmeden, istemeden. Sürüklenir gidersin karanlık bir hayata doğru. İnsan neye alışırsa o olur zamanla, ona dönüşür. Dün bahsettiğim kadın neler yapmış olursa olsun bana, içim hep 'bir gün' diyor. Bir gün intikamını severek alacaksın. Bu ona bir şeyler hissettiğimden değil, yanlış anlamayın. Bu yarım kalmışlıktan. Bu aldatılmışlıktan. Bu benim lanetimden! Ben her daim 'bir gün' demişimdir zaten karşıma çıkan tüm oluşlara. Kurtarın beni dostlarım! Bu hastalıktan kurtarın beni! Kesin kafamı kökünden. Öldürün beni... "Umut ne şerefsiz karantinadır" demişim bir şiirimde, "bari bir geceyi ölü geçirebilseydik seninle" alın, o da sizin olsun.

Karanlığın ufkunda

Kaybolmuş düş kapanı.

Karabasan yansıyor aynadan,

Sureti sen,

Tan vakitlerine sıkışmış.


Bir de sağanak...

Bulutsuz dünlerin kahpeliği...

Zaman sonsuz,

Zaman lineer

Ya da bir küre,

Zihnime dolanmış.


Yine ölüm soğururken geçen dün,

Yağmaladı aşikar gözler

Çelikten yonttuğum ganimetleri.


Güneşin dahi dokunamadığı

Yamalı kutulara;

Saklan! ey karanlığın son uşağı.


Umut,

Ne şerefsiz karantinadır.

Ah...

Bari bir geceyi ölü geçirebilseydik seninle...

 


GÜN-78

Sizlere daha önce hayatınızda seks olmayınca yazar oluyorsunuz demiştim. Ya da buna benzer bir şey, net hatırlamıyorum. Tekrar doğrulamak isterim ki o zamandan bu zamana hayatıma giren birkaç kadın tesadüfi olarak beni yazma eyleminden uzaklaştırmış. Aylardır hayatımda olmayan seks konusu kafamda bir dert olmaktan çıkmış ve sadece yalnızlığımı dert edinmeye yoğunlaşmış durumdayım. Hal böyle olunca, yani insan seks peşinde koşmayınca, gerçekten diğer işlerine oldukça fazla vakit ayırıyor. Burada seksin büyüsünü küçümsemeye çalışmıyorum. Eğer şu an hayatımda sevişecek bir kadın olsa ve ben bu en temel güdümü tatmin etme olanağına sahip olsam işler gerçekten çok farklı olurdu. Emin olun yazdıklarım bile çok değişirdi dostlarım. Çünkü biz erkekler ama tapan sefil canlılarız ve bir kez gözümüze kestirdiysek eğer, gözümüz başka bir şey görmez. Size Amok Koşucusundan bahsetmiştim. Bir erkek bir kadının peşinde daima Amok Koşucusudur. Ve bu durum akıl almaz biçimde tatmin edicidir. Bir kadın için emek vermek, peşinden koşmak eğer olumlu sonuçlanırsa yüksek miktarda tatmin yaratır. Ancak sizlerin de çok iyi bildiği gibi tatmin olmuş bir erkek götünü döner ve yatar. İlişkilerde de böyle olur işte. Adam kadının peşinden koşar, her şeyi yapar, kabul görmek için girip çıkmadığı delik kalmaz, kabul gördüğü andan sonra da miskin bir Sloth hayvanına dönüşür. Yetişkin bir Sloth yüksek tehlike anında saatte iki metre hızla hareket eder. Söz gelimi iki metrede ötede yavrusu tehlike altında olan anne bir Sloth, iki saat sonra yavrusunun ilk konumuna ulaşabilir. Bir gün ne kadar uzun geliyordur onlara düşünsenize... Yemeklerine ulaşmak için ve ardından beslenebilmek için tüm bir günü harcadıkları oluyor mesela. Evde dana gibi yatan kocalarınız da böyle değil mi kadın ablalarım? Birçoğunuz evde birer Sloth beslemiyor musunuz? Bu Amok Koşucusu erkekler başardıklarında bu hale geliyorlar, ya başaramadıklarında? Başaramadıklarında serüven kaldığı yerden devam ediyor dostlarım çünkü Amok Koşusu kişi bayılana kadar ya da öldürülene kadar sürer. Yani adamın artık gücü kalmayana dek bu mobingi uygulayacağını söyleyebiliriz. Bunu yapmayı gerçekten özledim dostlarım. Hiç ulaşamayacağım kadınların arkasından bitmek tükenmek bilmeyen koşular yapmayı özledim. İmkansız aşkları, başarısızlık dolu denemeleri özledim. Eskiden ne kadar da iyiydim bu konuda bir bilseniz... Kaç kadının başına bela oldum böylesine... Özellikle sosyal medya üzerinden yaptım bunu. Pişman mıyım? Oldukça pişmanım kendimi öyle nedensizce küçük düşürdüğüm için. Evet dostlarım gerçekten küçük düştüğünüz bir hal bir kadının bütün fotoğraflarını beğenmek. Senin ona mesaj atmaya götün yoksa eğer, o sana atsın diye ne zaman online görsen bir fotoğrafını beğenmek, fark edilmeye, görülmeye çalışmak oldukça utanç verici. Korkak olmak çok utanç verici dostlarım. Bir fare gibi korkak olmaktansa bir Sloth gibi işlevsiz ama mutlu olmayı yeğlerim sanırım. Korkak olmaklığın karşısında duran her şeyi yeğleyebilirim. Şimdi hayatıma girmeye çalışan, yaşça benden oldukça küçük bir kadın var. Henüz reşit bile değil. Yaş mevzusunu ve diğer birçok mevzuyu kafasına takmayacak kadar geniş ve öncelikleri farklı bir insanım biliyorsunuz. Ama yine de bir korku var içimde yanlış bir şeyler olacağına dair. Belki ergenliğin getirdiği o hızlı zihinsel değişimlerden korkuyorumdur. Yani şimdi bana aşık olan kadının bir hafta sonra başka bir adamın peşinden ardına bile bakmadan koşabilmesinin yüksek bir ihtimal olduğunu biliyorum. Belki yine kısa zamanlı ümitlerden, çok sevilip sonrasında koşarak uzaklaşılmasından korkuyorum. Zihnini ve enerjisini çok seviyorum onun. Çocuk yanı o kadar bariz görünüyor, ancak içinde öyle bir ışık var ki parıldamayı bekleyen...Beni biliyorsunuz, birilerini kurtarma peşinde koşarım her daim. Sanki bu kadını alıp büyütmek, ona gerçek dünyayı göstermek yeni projem olmalıymış gibi geliyor. Ancak dediğim gibi, korkuyorum onun bu Amok Koşusundan. Bir yerde tükenmesinden, ölüp gitmesinden ya da durduk yere kaybolmasından korkuyorum. Korkumun geleceğime bir faydası olacak mı dersiniz?

 


GÜN-79

Uzun zamandır neşelendiremiyorum sizleri, farkındayım. Ancak bu durum yani size yansıyan bu depresif haller sizi yanıltmasın çünkü keyfim yerinde ve etrafıma neşe saçıyorum. Sadece bunu size aktaramıyorum çünkü sizler benim en büyük sırdaşım oldunuz. Sizden başkasına içimi dökemiyorum. Bana cevap verebilen kimse beni anlamıyor. Benim daha önce üzerine düşündüğüm, denediğim ve başarısızlıkla sonuçlanmış ucuz tavsiyelerine boğuyorlar beni. Bu, kendimi salak gibi hissetmeme neden oluyor. Sanki ben bunları düşünebilecek zihne sahip değilmişim gibi... Hey! Uyanın! Ben bu zihinle yirmi beş yıldır yaşıyorum! Tam yirmi beş yıldır mücadele ediyorum daha iyi bir insan olabilmek, daha kaliteli bir yaşam sürebilmek için. Ve unutmayın ki ben öldüm. İki senemi ölü geçirdim. İnsan öldüğünde bolca düşünecek vakti oluyor. Yani benim karşımda oturup harika fikirlerinizi ortaya koymanın bana hiçbir faydası yok. Bu konuda bana en büyük fayda sağlayan durum tartışmaktır. İçinde bulunduğum hal, yaşadıklarım ve kaygılarım üzerine farklı bakış açıları sağlayabilecek tartışmalar dışında bana faydası olmuyor fikirlerinizin. Bunu da o kadar nadiren, o kadar az insanla yapabiliyorum ki... Ben çok yalnızım dostlarım. Sizden başka kimsem yok. Beni dinleyecek kanlı canlı fikirlerden daha çok, konuşmayan, tepki vermeyen duvarlara ihtiyacım var. O kadar alışmışım ki bu yalnızlığa, kendi kendime konuşup içimi boşaltsam bile yetiyor çoğunlukla. Başkalarına bu kadar ihtiyaç duyarken onlarsız yaşamaya böylesine alışkın olmak hayatına yeni insanlar almanı öylesine engelliyor ki... Nasıl para parayı çekiyorsa, şöhret şöhreti çekiyorsa yalnızlık da yalnızlığı çekiyor dostlarım. Kendimizi kapattıkça daha da yalnızlaşıyoruz. Tahammül sınırımız azaldıkça daha da yalnızlaşıyoruz. Sanırım iş tahammül sınırında bitiyor. Ve yalnızlığa böylesine alışmış insanların tahammül sınırı o kadar kalın oluyor ki kim çıksa karşısına çarpıp yere düşüyor ve duvarın ardında görünmez oluyor. İnsanlara tahammül etmeyi, yaptıkları sonucunda çekip gitmemeyi, siktir çekip durmamayı öğrenmem gerekli. Yalnız olmak istemiyorum. Öyleyse yalnız olmamak için çaba sarf etmek zorundayım. Kişiliğimi esnetmek, yargılarımı kontrol altına almak, insanları daha fazla hoş görmek zorundayım. Her insanın bencil, kendini beğenmiş, çıkarcı ve kötü olduğunu, bunun değişmez bir gerçek olduğunu bilsem de bunu hayatıma uygulayamıyorum işte. Bilgi ve tecrübe arasındaki fark gibi bu. Şimdi bu bildiklerimi tecrübe etme zamanındayım. Ancak bunu yapabilecek insan bile yok karşımda. Çıldıracağım dostlarım. Yalnızlıktan, aynı insanlardan, monotonluktan, sizden başka kimsem olmamasından çıldıracağım. Çok tekrarlıyorum kendimi. Çok üzerine düşüyorum bu yalnızlığın. Her şeyi akışına bırakarak yaşamımı küçük hamlelerle ve beklentisiz sürdürmeye devam ederken acizce mucizelerin gelişini bekliyor olsam bile bu yalnızlık üzerine kendimi parçalamadan edemiyorum. Aklımdan çıkmıyor, ondan başka bir şey düşünemiyorum bu boktan odada tek başıma kaldığım her vakitte. Yanımda farklı zihinler, konuştukça bir şeyler öğrenebileceğim insanlar, bir kadın, sevgi, saygı görme, beğenilme, mizah arıyorum. Ne yapayım söyleyin bana? Nasıl özlemeyim eski günlerimi? Nasıl yaşamayım geçmişimde? En büyük handikaptır insan hayatında biliyorsunuz, geçmişinde yaşamak. Ancak bunu yenebilmenizin tek yolu daha güzel yarınlara sahip olmaktır. Aksi takdirde eski berbat günleri güzel günlermiş zannederek yaşayıp durursunuz. Hiçbir zaman eskiyi geri getirmek mümkün değildir. Eski statünüzü, eski mutluluğunuzu, eski başarılarınızı tekrar bugüne taşıyamazsınız. Her yarında yenilenir sahip olduklarınız. Eski mutluluğunuzu asla yakalayamazsınız. Ancak o mutluluğu aynı seviyede farklı biçimde yakalarsınız. Sizi anladığı için aşık olduğunuz kadının verdiği mutluluğu yakalayamazsınız mesela bir daha. Sizi düşündürdüğü için aşık olduğunuz başka bir kadın aynı seviyede bir mutluluğu verebilir ama. Her duygu geçmişte kalır dostlarım. Geleceğe yansıyan onların farklı formlarıdır. O yüzden kurtulmalıyız işte geçmişimizden. O yüzden yeni sayfaların peşinden koşmalıyız. Yıllar boyunca geçmişimdeki duygularımın aynısını yaşamaya çalışırken birçok insan harcadım. Siktir çektim, çıkardım hayatımdan. Keşke yapmasaydım. Keşke bir şans verip yeni bir tür mutluluk bahşetmesini bekleseydim bana. İşte tahammülün doğru kullanımı budur dostlarım. Şans vermek. Karşınızdaki insanın kendi olabilmesi için, sizinle uyum yakalayabilmesi için zamana ihtiyacı var. Sadece sevgililikte de değil bu. Dostluklarda, iş hayatında da böyle... Sabır hayatın anahtarıdır. Tahammülü olmayanlar sabırsızdır. Mucizeler bekleyenler sabırsızdır. Hayatı boyunca çıraklık yapmayanlar sabırsızdır. Ben iyi olmak istiyorum. Ben sizlerin de iyi olmasını istiyorum. Beraber savaş açalım, beraber kazanalım istiyorum. Dışarıya çıkalım ve haykıralım istiyorum! Dünyadan önce biz değişelim istiyorum! Herkesi kurtarmak istiyorum!

 


GÜN-80

Bugün insanlara çok şey söyledim. Çok şey anlattım. Güzel tartışmalar, güzel fikir alışverişleri yaşandı. Özellikle eşcinsel arkadaşımla yaşadıklarım gerçekten çok değerliydi. Onları anlamak ve hayatlarına biraz daha yakından bakabilmek adına güzel bir adım daha attım bugün. Onu yurt dışına kaçması için tahrik etmeye çalıştım biraz. Burada kalırsa yaşayabileceklerinden, burada kalırsa sahip olacağı boktan hayattan kurtulabilme şansı varken elinde neden değerlendirmeyip burada kaldığı üzerine konuştuk uzun bir süre. Ben onu hep şöyle düşlüyorum: yanında onun statüsüne yakın, yakışıklı, yanına yakışacak ve inanılmaz iyi anlaştığı erkek arkadaşıyla aramızda oturuyor ve bizlere güzel bir aşk sunuyorlar. Bunu gerçekten hak ediyor. Bugüne dek sadece seks amaçlı yaşadığı birlikteliklerin arasına yedi tane çocukça platonik aşk sıkıştırmış. Her biri de hetero bireylere karşı olmuş bu platonik aşkların. Dünya genelinde eşcinsel olmak çok zor... Hele bu ülkede gerçekten imkansız dostlarım. Saklanarak yaşamak ne demek tahmin bile edemezsiniz. Bir adamı öldürmüş hasım sahibinin hayatını kaçarak, diken üstünde, ölüm korkusuyla geçirmesi gibi onların yaşamları. Gündüzleri tırtıl olarak dolaşıp, herkesten saklanıp yaprakların arasında, geceleri kelebeğe dönüşmek gibi... Onların aşkları o kadar özel ki dostlarım. Çünkü karşılığını bulabildikleri aşklar o kadar nadir oluyor ki, bulduklarında yakasına yapışıyorlar aşkın. Sadece yanlarında öylece oturanlar bile hissediyor o aşkın enerjisini. Arkadaşım eşcinsel olduğunu fark ettikten sonra bu konuyla ilgili tüm bilgisini Youtube'dan öğrenmiş. Youtube kapatılsın nidalarınızı duyabiliyorum. Ancak bu ve bunun gibi mecralar ülkenin suç oranını aşağı seviyede tutan mastürbasyon araçlarıdır. Koyun siken adamlar, pornografik içerikler, on beş yaşında kızların başlarına gelenler, tarikat mensubu kırk erkeğin bir çocuğun başında ayin yaptıkları sahneler, askerlerin canlı canlı yakıldığı sahneler var. Tecavüz edilip öldürülen kadınlar var. Translar var. Eğer kapatırlarsa Youtube'u ne izleyip mastürbasyon yapacak bu millet? İçlerindeki canavarları nasıl ehlileştirecekler? Biz şöyle Türk'üz, böyle Türk'üz diye bağırıp duran arkadaşlarım var mesela. Ülkenin durumuna bakıp hala bunu savunuyorlar. Ülkenin geldiği hale bakıp buranın bir Türk devleti olduğundan bahsediyorlar. Hadi bunu kabul edelim. Hadi bir seferliğine onların dedikleri olsun. Senin at üstünde dünyayı fetheden ataların çocuk mu sikiyordu kardeşim? Küçücük oğlan çocuklarını bir yere kapatıp onlarca kişi ırzına mı geçiyordu? Ok atan, at süren, kılıç kuşanmış kadınlarını mı dövüyorlardı? Onları çadırlarına mı kapatıyorlardı? Atlarını mı sikiyorlardı? Ya biri çıksın söylesin bana, on yaşında kız çocuklarına gelinlik mi giydiriyorlardı ha? Senin kımız içen ecdadının şamanları cin çıkaracağım diye gencecik kızları mı sikiyorlardı? Açın lan artık gözünüzü! Bu topraklarda Türk diye bir şey kalmadı. Bu anlattıklarım Arap kültürü dostlarım. Türklere zorla dayattığı dini empoze ederken aynı zamanda kültürlerini de aşılamış Araplar. Türk kültürü tamamıyla asimile olmuş, din adı altında bir Arap kültürü hükmü sürmeye başlamış bu ülkede. Gök tengri ile Allah'ın benzediği fikrinin saçmalığını görebilmek için Türk mitolojisine, yaratılış mitolojisine bir bakmanız yeterli. Çok basit! Bakın benim milletim yok. Ben dünyaya doğdum ve tüm dünyada doğan her insan aynıdır gözümde. Türk falan bilmem ben. Ancak bu ülkede yaşıyorum ve bu ülkede yaşananlar ruhumu acıtıyor. Çünkü bu vatana aşığım. Vatanı sevmek için ne bir ırka ne de dine ihtiyacınız var. Verilen emeği, yapılan akıl almaz mücadeleleri, kanla, çileyle kazanılmış başarıları görseniz yeter. Geride kalan bir avuç insana on beş sene içinde nasıl aydınlanma fikrinin kabul ettirilebildiğini görseniz yeter. İnsanların cehaleti ve körlüğü canımı yakıyor. Ülkücü bir kasabada büyüdüm. Kim olduklarını, neye inandıklarını, ne istediklerini çok iyi biliyorum. Ne kadar kör olduklarını ne kadar cahil olduklarını çok iyi biliyorum. Herhangi birinin söylediği hoşlarına giden bir şeyi hemen baş tacı yaptıklarını, araştırmak, sorgulamak nedir bilmeden yaşayışlarını biliyorum. Ancak gözünüzü açın ne olur. İnternet diye bir şey var artık. Açın bakın aslında kim olduğunuza. Hepiniz için geçerli bu. Neye inanıyorsanız açın bir bakın aslında ne olduğuna. Kandırılıyoruz dostlarım. Manipüle ediliyoruz hiç durmadan. Üç-beş tane adamın zihnini yaşıyoruz istemeden. Ele geçiriliyoruz. Oynuyorlar bizimle kedinin fareyle oynadığı gibi. Farkında bile değiliz üstelik. Açın gözlerinizi de bakın etrafınızda olanlara. İnsanların nasıl acı çektiğine. Haberleri açsanız, gazete okusanız yeter üstelik. Katiller, hırsızlar, tecavüzcülerden başka bir şey yok gazetelerde. Çünkü soktuğumun ülkesinde başka bir şey yok! İnsanlar birbirini sikiyor dostlarım. Herkes kaldırmış geziyor, kim domalmışsa çakıyor bir tane. Bu ülkede düşene tekme vardı eskiden. Şimdi eğilseniz yeter, yarrağı yiyiveriyorsunuz hemen. Dik durun ve sesinizi çıkarın. Allah diye bağıracağınıza hop diye bağırın bir kerede. "Hop, durun lan! Çocuk o daha! Benim de çocuğum var!"