Gün Ağarmadan (1)


— Eduart, bir yeri doldururken neden başka bir tarafı boşaltırız?

— Bilmiyorum efendim.

— Bir de insanların seninle alay ettiği gözden kendine bakmak yok mu...

— Kim onlar efendim?

— Bilmem, dertleştiklerim, etrafımdakiler, yoldan geçerken beni görenler, kediler, köpekler, martılar, herhangi bir mahluk... Bir böceğin alaycı bakışlarıyla bile bakıyorum kendime... Boyumdan posumdan utanıyorum.

— Belki de size güzel bakan insanların gözünden bakmalısınız, efendim.

— Çok denedim. Fakat hiçbir zaman kendime annemin bitmek bilmeyen ümitli gözleri ile bakamadım. İyi yanımı gören gözlerin iğnelerini hiçbir zaman üzerimde tutamadım. Ben her düşürdüğüm iğneyi tutmaya çalışırken üzerimdeki diğer iğneleri de düşürdüm. Üzerimdeki iğnelerle tutturulmuş kumaş çözüldü gitti, ben farkına varamadım...


— Akrep ve yelkovan gece yarısını çoktan geçti, efendim. Belki de uyumalısınız. Sabah gözlerinizi açtığınızda her şey daha güzel olabilir...

— Söylediklerin çok ironik değil mi?

— Neden efendim?

— Çünkü yeni gün yeni umutlar desek de hiçbir zaman böyle olmadı... Uyuduk, uyandık, aynı senaryoyu oynadık... Varsay ki gün ağarana kadar yırtınsaydık belki de günlerimiz o zaman avcumuzda olacaktı... Günlerin ritminde bizim bestelerimiz çınlayacaktı... Düzelecekti belki de karamsarlığım... Kim bilir? Denemek lazım. Öyle sanıyorum...

— Aman efendim, uykusuzluktan sağlıklı düşünecek hâliniz kalmadı. Bana kalırsa, yarın deneyin; lütfen, istirham ediyorum.

— Haklısın. Yarın deneriz, yarın gelince de yarın deneriz. Seninle dertleşmek çok zor Eduart.

— Neden efendim?

— Hiç canımı yakmıyorsun.