Ne söylediği ve kime ait olduğu belirsiz bir fısıltı yüzünden düzenini kaybetmiş olmanın acısını yaşıyordu dev.


Alıştığı ve bildiği tek şey derin bir uykuyken, bilinç düzeyinde büsbütün fark yaratan bu uyanıklık hali onu afallatmıştı. Yeni duruma adapte olup olamayacağı hakkında ise en ufak bir fikri yoktu ve bu yüzden alışma süresinin ne kadar süreceğini kestirmek çok zordu.


Bir değişikliğin devamında daha birçok değişikliğin de olması muhakkaktı. Mesela uykusundayken metabolizması ve düşünsel aktiviteleri bazal hızdayken şu an beyni tüm gücüyle ve acıyarak çalışıyordu, acıkıyordu ve susuyordu.


Ayrıca susuyordu. Çünkü insanlar gibi sosyal bir varlık olarak büyümediği için kelimelerden, cümlelerden, sözlü iletişimden haberdar değildi. Güleceği, ağlayacağı, çığlık atıp kaçacağı zamana kadar da muhtemelen susmaya devam edecekti.

(Zaten bu devin sesleri şekillendirecek becerikli bir dili, dudak ve yanak kasları ya da çıkartacağı sesin şiddetini ve frekansını kontrol edebileceği ses telleri olduğundan da emin değiliz hala.)


Harcadığı enerjiyi geri alabileceği yiyecekler ve kaybettiği sıvıyı geri alabileceği su gerekiyordu en azından.


Güdüsel olarak bu ihtiyaçlarını karşılaması gerektiğinin farkındaydı.

Açlığı da susuzluğu da hissediyordu fakat bu hisleri daha önce hissetmediğini unutmayalım. Güçlü, net ve de oldukça rahatsızlık verici olsalar da bu hisler onun için oldukça yabancıydı.


Hislerin/güdülerinin gereğini yerine getirebilecek davranışları da bilmiyordu nitekim.


En başından başlaması gerekiyordu.


Yaşamayı en başından başlayarak öğrenmeliydi.

Çevresinde ise ona yardımcı olacak kendi türünden ya da başka türden bir canlı yoktu. Yapayalnızdı.



İstemsiz devam eden ‘hayat’ olgusunun içinde olduğu müddetçe, elinden gelen çabayı gösterip bazen çok hızlı bazen çok yavaş akan zaman nehrinde tüm kuvvetiyle küreklerine sarılarak -kısmen ya da büyük ölçüde- kendi yönünü kendisi mi tayin etmeliydi?


İçindeki yaşamak arzusu bu kadar güçlü ve mükemmeliyetçi miydi?


Yoksa kendini devam eden hayata ve akıp giden zamana bırakıp koca bir boşvermişlik içinde gökyüzünü izleyerek mi geçirmeliydi vaktini (başını hatırlamadığı sonunu ise göremediği) belli ve belirsiz ömrü boyunca?


Rahatsızlık veren tüm o güdülerini, hislerini bir kenara bırakıp -artık- yaşadığının farkında olmasına rağmen bilinçsiz ve derin uykusunda olduğu zamanlardaki gibi mi yapmalıydı?