Öyle yoğun ve aniden gelen bir bıkkınlık hissi ki; sanki ruhum, bedenimden ayrılıp yaşadıklarıma yorum yapma yetisini kaybederek sadece izlemekle yetinmek zorunda bırakılıyor. Çığlık atmak istiyorsun ama atamıyorsun. Nefesin boğazını düğümlemekten öteye geçip tüm vücudunu yavaş yavaş felce uğratma vazifesini yerine getiren bir makineye dönüşürken sessiz kalmak zorunda hissediyorsun. Durup düşünebilmek, düşünceleri düzene sokup mantıklı herhangi bir adım atabilmek imkansızlaşıyor. Kendimi sarsıp düştüğüm kuyunun dibinden çıkmak için çabalamak istiyorum ancak buna bile gücüm yetmiyor.


Beklentisiz yaşamı benimseyebildiğim an, tüm bu duygulardan sıyrılıp özgürleşebileceğimi ve yeniden var olabileceğimi hissediyorum. Bunları aşmak için gereken azmin karşılığını zihnimde buluyorum ancak eyleme dökmek istediğim zaman tutkulu bir engellenmişlik hissiyle baş başa kalıyoruz. Birbirimizi tartıyoruz ve her zaman o galip geliyor. Bu hissin beni yenmesine hiçbir şekilde karşı koymayarak belki de izin veriyorum. Hatta belki istiyorum. Fikirlerimin rüzgarı, eylemde karşılık bulamayarak benliğimi teğet geçiyor. Düşüncelerimin her biri beni kendine doğru çekerken, vücudumun parçalara ayrılıp bölünmüş her bir fikrin peşinden ayrı ayrı koşacağı hissiyle boğuluyorum. Eyleme geçip parçalanmaktan kurtulmak mı yoksa firar eden fikirlerin karanlığında debelenmek mi canımı daha az yakar, karar veremiyorum. Ruhumu geçmiş bir zamanda nadasa bırakıp bir müddet yitmek istiyorum. Sonunda ise çaresizliklerle yoğrulmaya mahkum olmuş bir türün ferdi olarak isteğimin imkansızlığına boyun eğiyorum.