Kafasını iyice bulandıran konuşmadan sonra kendini sokağa nasıl attığını bilemedi. Yürüdüğü yollar adım attıkça bir metre daha uzuyordu sanki.

Yüzünde gizlemeye çalıştığı bıkkınlığı belli etmemek için uğraşan ve takatsiz kalan beyni iyice bitkin düşmüştü. Bir cümle daha duysa önündeki masaya yığılıp kalacağını hissetmişti. En sonunda kulaklarının zonkladığını fark etti ve tek kelime etmeden salonu terk etti. Dakikalar boyunca biriken hışmını, demir kapıyı çarparak ortaya çıkardı. Titreyen kolları, kapının hızını azaltsada, içerden savrulan küfürler başarılı olduğunu gösteriyordu. Buraya nasıl ve ne sebeple geldiğini hiç bilmiyordu.

Şimdi sadece kaçmak, var gücüyle koşmak istiyordu.

Ayağına takılan taş ile tökezledi ama oralı olmadı. Zaten düz yolda yürüse bile tüm taşlar ne yapar ne eder onun ayağını bulurdu. Acıyan serçe parmağına aldırmadan koşmaya devam etti. Gecenin soğuk atmosferi ciğerlerini üşütse de halinden memnundu. Yüzüne yerleştirdiği hafif tebessüm, anlamsız olsa da çekici duruyordu.

Kafasını meşgul eden düşünceler, onu asla yalnız bırakmıyordu. Aslında biraz kendiyle başbaşa kalsa, ruhunu dinlendirse, gözlerini bir süreliğine hiç açmasa, hatta kalbi de yorucu temposuna biraz mola verse çok iyi olacaktı.


Birkaç kiloluk bedenine zorla yerleşmeye çalışan tonlarca ağırlığı taşıyamaz hale gelmişti. Dimağı sanki bir uçuruma dönüşmüştü. Beynine doluşan her düşünce tek tek intihar ediyor ama asla ölmüyorlardı. Bir yolunu bulup diriliyor ve aklının bir köşesine yerleşip bulunduğu yeri kemiriyorlardı.

Birileri kafatasını açıp baksa, delik deşik olduğunu göreceklerinden emindi.


Ama buna tabii ki izin vermeyecekti. Dalgaların yücelttiği ve köpük köpük olan denize ulaşana dek koşmaya devam etti.


Bir süre sonra bulduğu ilk bank sanki onu davet ediyordu. Oturdu ve başını arkaya bıraktı. Nefes almaktan şişen boğazı biraz daha soğuk hava alsa iflas edecekti. Gözlerini kapattığında biraz da olsa rahatlamış gibiydi. Etrafı sarmalamış olan sessizliğin bozulmamasını umut etti. Oracıkta kendini uykuya teslim edecekti ki banka yüklenen bir ağırlık hissetti. Kafasını kaldırdığında orta yaşlı bir adamın yanına oturmuş olduğunu ve denizi seyre koyulduğunu gördü. Anlamsız bakışları adamı süzerken, çoktan sessizlik bozulmuştu:


-Şu kokuyu duymak ve sessizliği dinlemek tüm yorgunluğumu alıyor. O yüzden her gece buralarda dolaşırım ve benim gibi kafasını dinlemeye gelenleri izlerim. Her birinin aklında farklı şeyler dolandığını ve bunlardan kurtulmanın kolay olmadığını hissederim. Çareleri tükendiğinde kendilerini bu sahile atarlar ve vakit hep gece yarısıdır. Bedenlerindeki ağırlıkları denize yükleyip gitmek için yalnız olmaları gerekir. Buna izin verecek tek zaman geceleridir. Buz gibi havaya aldırmadan öylece denizin sonunun nerede bittiğini öğrenmek ister gibi gözlerini ileriye sabitlerler. Düşünsene, farklı dertler bir mekanda toplanmış ama kimsenin birbirinden haberi yok. Bana sorarsan çok acı ve bir o kadar da garip bir hâl...


Kirli sakalları, eskimiş bir şapkadan dışarı taşan ve yavaş yavaş beyazlamaya başlayan saçları ile muhtemelen sigara içmekten sararmış bıyıkları suratını korkunç gösteriyordu. Garip görünümlü adamın ağzından çıkanlar da garipti. Ne diye tanımadığı bir insanın yanına birden oturup edebiyat yapmaya başlamıştı ki? Aslında koca dünyada tek anormal insan kendisi olamazdı. Başkaları da mutlaka vardı. Ama neden gelip de onu bulurdu ki?


Derin bir nefes aldı ve adama herhangi bir cevap vermedi. Bir an önce gitmesini diledi. Fakat adam sözlerine kaldığı yerden devam etti:


-Şu soğuk hava nasıl insanlara iyi gelir anlamıyorum. Sanırım üşümek kişinin dertlerini biraz olsun unutturuyor ve bedenler sadece soğuğa odaklanıyor. Böylece pratik bir şekilde insan iyileşmeye başlıyor. Hmm... Gerçekten mantıklı. Bunu daha önce hiç düşünmemiştim. Sağ ol dostum. Sen olmasan bu fikri kim verecekti? Maşaallah, çenende hiç susmuyor. Devam et devam et. Senden öğreneceğimiz çok şey var anlaşılan.


Artık gerçekten son derece ilginç, can sıkıcı ve anormal bir insanla dipdibe oturduğunun farkındaydı. Tam ne yapacağı hakkında düşünmeye başlayacaktı ki adam yine başladı:


-Sandığın gibi garip biri değilim. Birkaç çift laf etmek, şu manzaradan faydalanmak istiyorum. Eh, güzelim sahili turlayacak bir yakınım da yok.

İnsan kendi kendine dolaşınca kendi kafasıyla konuşmak zorunda kalıyor. Kendi kafasıyla konuşunca da istemeden deli oluveriyor. Gerçi deli olmak çok da kötü bir şey sayılmaz. Dünya da belli bir konumun oluyor. Normal insanlar arasından kolayca seçilebiliyorsun, ayrıcalıkların oluyor. Ama henüz benim için erken olur delirmek. Henüz ihanete uğramadım, terk edilmedim, adaletsizliğe maruz kalmadım, herhangi bir iftiraya kurban gitmedim, suçsuz yere bıçaklanmadım, aç susuz kalmadım... 


Biraz durakladı fakat çok sürmedi:


-Şimdi bunları saymam iyi olmadı. Madem böyle şeyler yaşamadın niye yalnızsın diyeceksin, değil mi? Neyse ona da bir cevabınız var elbet. Benim varlığım hiç fark edilmedi dostum. Eh, varlığın fark edilmeyince bir sevdiğin olmaz, yakının zaten olmaz. Hal böyleyken doğal olarak etrafı boş bir insanın az önce saydığım şeylerle uğraşmasını ve delirmesini gerektirecek bir sebep kalmıyor.


Göz ucuyla kendini dinleyen adama baktı, şaşkın bakışları üzerinde hissedince devam etti:


-İşte böyle. Hayat sana kaderinle ilgili seçimler yaptırmıyor. Ama kaderine ortaklık edecek kişiyi seçmene müsaade ediyor. Bende bunun için uğraşıyorum ama uzun zamandır bir sonuca vardığım söylenemez.


Söylesene dostum, gerçekten garip biri gibi mi görünüyorum? Kabul edilemez ve tiksindirici bir yanım mı var?


Artık bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu. Susarsa adam kendi kendine konuşmaktan gerçekten deli olacaktı. O ise bunu hiç istemezdi. Dilini kurumuş dudaklarına sürttü ve derin bir nefes aldı.


-Söyledikleriniz, daha doğrusu içinizde biriktirip şimdi bana döktükleriniz, gerçekten ağır şeylerdi. Sohbetinize dahil olmak ve cümlelerinize ekleme yapmak için psikoloji alanında diplomam olması gerek. Belki de daha fazlası... Her neyse.


Tam devam edecekken bir şey hatırlamaya çalışır gibi adama baktı.


-Şey, isminiz neydi? Size nasıl hitap etmeliyim?


Tebessümünü gizleyemeyen adam, sevecenlikle kafasını salladı.


-İsmim Yakup.


Gülümsedi ve devam etti.


-Peki, Yakup Bey. Söylediğim gibi konuşmalarınız epey bir zaman bekletilmiş sözlerden oluşuyor gibiydi. Ama bunları bana anlattığınız için içten içe onur duyduğumu gizleyemem. Her yönden olmasa da bana benzeyen taraflarınız çok fazla. Sözünüzü kesmeden dinlemiş olabilirim ama arada bir kendimi dinliyormuşum gibi hissettim. Ve bu, sizinle sohbet etmem için büyük bir sebep. Ancak dediğim gibi, arada bir takılırsam psikoloji okumadığım içindir. O konuda şimdiden uyarımı yapayım.


Gözlerini yok eden gülümsemesi ile Yakup'un içi sıcacık olmuştu.


Konuşmalarına insanca ve güzellikle karşılık veren birinin dünya üzerinde var olması bir mucize gibi geliyordu. Belki de yalnızlığını şu denize atıp burayı öyle terk edecekti. 


-Teşekkür ederim dostum, beni anladığın ve en önemlisi anladığını dile getirdiğin için. Bir yerde, aydınlığın var olabilmesi için karanlığı delecek ve içeriye ışık sızdıracak insanların birleşmesi gerekiyor. diye okumuştum. Bunun içinde kanımca, tanış olmak, kaynaşmak, ortak duygulardan haberdar olmak ve sevgi tohumlarını toprağa yerleştirmek gerekiyor. Bilmiyorum bunları yapabilir miyiz ama önce benim de senin ismini öğrenmem gerekiyor.


Konuşmasını dinlerken ciddileşen yüzü bir anda afallamış gibiydi. Birkaç saniyelik anlama çabaları sonuç bulunca sessizce kıkırdadı:


-Ah, evet. Tesirli konuşmalarınızdan ötürü aklından çıkmış. Adım Devrim.


-Devrim. Memnun oldum Devrim. İsminin anlatmak istediği çok şey var gibi ve seninde bunları yansıtan bir karaktere sahip olduğun çok açık. Uzaktan bakıldığında duruşun soğuk ve bir o kadar da ürkütücü. Ama içine sığdıramadığın kavgalarının olduğunu konuştuğumuz şu birkaç dakikada anladım. Sana dostça bir tavsiye; isminin hakkını ver ve kurulu saltanatları yıkamasan bile fiillerinle reddet, böylece içinde bir yerlerde üzerinde yaşadığın adaletsiz düzeni ruhende olsa yıkmış olursun. (Ki seni temin ederim bu çok büyük bir hamledir.) Doğru bildiğin yolun doğruluğundan emin ol ve aynı emin hareketlerle kavganı her daim yaşat. Bulduğun karmaşıklıkları ayıkla ve kendi devrini kendin kur. Ancak bu şekilde dünyanın üstesinden gelebilirsin. Diğer türlü tüm insanlığı içine çeken bataklık, sorgusuzca senide ayağından yakalar.


Devrim'in söylediği tek bir cümle sebebiyle bile uzun uzun konuşuyordu. Devrim bu tür uzun uzadıya konuşmalardan nefret eder, konunun kısa kesilmesini isterdi. Vaktini başkalarının dır dırıyla harcamaktansa, beynini kemiren düşüncelerini dinlemeyi yeğlerdi. Fakat bu adam da farklı bir şeyler vardı. Kurduğu cümleler bir kitaptan alınmış gibi özenle çıkıyordu sanki ağzından. Yan yana koyduğu kelimeler öyle ahenkli duruyordu ki asla sussun istemiyordu. İsmini ilk defa bu kadar sevmiş, ilk defa kendi ile isminin arasında bir bağ kurmayı dilemişti.


Düşüncelerinden sıyrılıp ne cevap vereceğini aramaya başladı. Bu adamın karşısında kendisini beş yaşındaki bir çocuk gibi hissediyordu.


Babasından öğüt dinleyen küçük bir çocuk gibi...


Ve bu, garip bir şekilde hoşuna gidiyordu.


-Planlarım arasında tanımadığım bir insanla dertleşmek, sohbet etmek, hatta ondan tavsiye almak yoktu. Aslına bakarsanız herhangi bir planım yoktu. Şuracıkta oturup sadece denizin beni uzaklara sürüklemesine izin verecektim. Ama beni sürükleyen, sizin bu terapi havası veren sözleriniz oldu. İsmimin bu kadar ağır anlamlar taşıması, daha da önemlisi benim bu ismi taşımam, gerçekten bana farklı şeyler yaşatmalı. Aslına bakarsanız bana bu adı kimin verdiğini ve neden verdiğini hiç bilmiyorum, sorgulamadım da. Yine de yıllardır üzerime yapışık duran bu kelime, bana bir şeyler katmadan yok olmamalı. Ben, size minnettarım. Yakup Bey. Ya da Yakup Hocam. Evet evet. Size artık hoca demeliyim. Siz artık benim hocamsınız. Buna hayat hocası, dert hocası veya öğüt hocası gibi saçma ifadelerle ekleme yapabilirim. Ama özünde siz, bir gece yarısı denizin dalgaları arasından ortaya çıkan Yakup Hocamsınız.


Var oluşundan şimdiye kadar cansız ve soyut özelliğe sahip bir isim, kendini taşıyan insana gerçekten bir şeyler hissettirir mi? Hayatına etki edip, insana alışılmadık adımlar attırabilir mi? Eğer bu cümlenin sonuna geldiyseniz, evet, benliğimize kayıtlı olan bu kelimeler, esasında kişiye kazandıracak yepyeni özellikler taşırlar. Bu isimler, illâki seçilmiş ve bilinmedik yönlere sahip isimler olmayabilir. Yeter ki siz onu, dünya yolunda ilerledikçe sizinle beraber koşabilen, sırtınızı sıvazlayabilen, umut veren, ümit eken, ezber bozan devrimlere yol açan bir dost olarak dimağınızda taşıyın. Unutmayın, mesele ismin sözlük anlamı değildir; mesele, sizin o isme yüklediğiniz anlamdır.