Sabahların en ayazı, gecelerin en çıkmazı, duvarların suskun, içlerin gece için konuşkan sabahlar için tükenmiş, kentin lâl, içlerin tellâl olduğu zamansız zamanlarda bir başına bekleşen kalpler sürüsü gezintiye çıkmış. Bu kalpler sürüsü toplaşıp bütünleşmiş, tek bir yürekte cereyan etmiş. O yürekse kalbini içindekilerin gezintiye çıktığı vakitlerde tanımış, bilmiş. Yine havanın kızıllığa boyanıp kentin sesinin içine kaçtığı vakitlerde yüreğimiz dalmış düşüncelere. Çayırlığı odası, duvarları yoldaşı belleyip gecenin koynuna rota belirlemiş. Yürek, açmış gözlerini. Sesi fısıltıyla başlayıp çığlığa çığlıktan kopup yalnızca yığına dönüşürken baş dostu duvar bir kenara kağıt ve kalem de eşlikçisi olmuş o gece.

Yürek fitili azalmış kandili başta düşüncelerin üzerine sonrasında penceresinin önüne koymuş ve başlamış bir yüreği çok yürek yapmaya. Cümlesine başlarken yutkunup, ‘’Umarım bir zaman, o zaman hiçbir zaman olmadan ve elbet bir gün kandil hala yanarken…’’ deyip kağıdını duvara yaslayıp yazmış. Düşüncelere artıyor, katlanıyor ve dizginlenemiyormuş. İlk yakaladığı düşünce sürünün başındakiymiş. Yürek, hissiyatlarını duvarlarla paylaşmaya devam ederken, ‘’Bu devir insanın yeniden doğurtur doğduğu gün öldürür, doğandan vasiyet doğdurana acı kalır doğduranı öldüren de o acıdır elde sıfır kalır. Bu hikayede doğan insan, doğduran devir başta insan ölüyor diğer devirlere de her halükarda salt acı kalıyor. Bu insanlığın değişmeyen yazgısı! Bu düşünce bitip acı kabullenilirken bir başka düşünce de anlaşılmamak ve aidiyetsizliği üzerine oluyor.

Söz konusu yürek… Her şeyin başı ve her şeyin sonunda yaşayan bir yürek… Bahsettiğimiz teknoloji devrinde kandil kullanan bir yürek, tekrar girer söze; ‘’ ‘Ruhum bu devirden bu insanlıktan çok uzakta’ diyordu yazar, işte hislerimin tercümanı! Ruhum, başka bir dönemde yaşamış yaşlanmış şimdiki bir bende hayat bulmuş yaşlı ruhumun şifası siz duvarlar, biz hangi yaşta olursak olalım yaşlı insanlar; siz hangi yaşta olursanız olun yaşlı duvarlarsınız, bununla bağdaşmalı aidiyetsizliğimizi kabullenip taç yapmalıyız.

Biz, insanların can derdinde olduğu savaş döneminde yaşamış ressamlar, dogmatik düşüncelerin nâm saldığı bir toplumda yaşamış düşünürler, normal bir dönemde yaşasa ismi binlerce yıl anılacak ama şimdi hayatın sonuna gelmiş ve çok önemi olmayan aydınlar gibiyiz. Başka bir dönemde yaşarken ruhumuza tamamen ters bir devre denk gelmiş gibiyiz. Mêramımız o yüzden anlaşılmaz, o yüzden aitlik nedir bilmeyiz. Biz gece devriyesine çıkan yürekler olarak böylece yalnız sizi dostlarım, siz duvarları dost biliriz.’’ . Yürek; söylenecek sözlerden birkaçını söyleyip söylenemeyenleri tıkarak içine sustu, kent zaten suskundu, kandilin can çekişen ışığı söndü, kızıllıkta dans eden karanlık gündüze kavuştu, âvâre yürekler kimsesizliğe, insanlık aidiyetsizliğe büründü. Yüreğimiz ve devriyesi geceden bıraktıkları izlerle yaşadılar bu dönemde ya da geçmişte…

Hatice Fehime KAYA