Binlerce kez selam olsun size, zamanın uyuşturulmuş aceleci çocukları.

Sığ mezarlarınızda nasıl güzel adandınız.


Uzun süredir, yeterince yapmamanın veya daha fazlasını yapabilme olasılığının stresini yaşamama konusunda kendimi eğitmeye çalışıyorum. Epikuros haklıydı, yeterlinin az geldiği insana hiçbir şey yetmiyor. Şu yaşıma kadar bana hiçbir şey yetmedi. Kafasının içi yapılacak işlerle dolu, kıpırdamaya üşenen bir Oblomov olarak pek bir şey yapmış da sayılmam zaten. Fakat bir gün uyandım ve bu sefer samimi bir şekilde kendime bunu neden yaptığımı sordum.


Kişisel hedefler uydur, yeni etkinlikler kovala, ta ki hiçbir şeyde anlam bulamadığın için yaşadığın can sıkıntını düşünme fırsatı bulamayana dek. Bir gelişme ve ilerleme illüzyonu içinde olabilir miyiz? Hiçbir büyük buluşun dindiremeyeceği iç sıkıntılarımızın varlığı ortadayken neyin gelişmesi ve ilerlemesi yaşanmaktadır örneğin? Şunu da yaparsan mutlu olursun herhalde değil mi? Değil.


Zamanın herhangi bir diliminde, nüfusu yedi milyara ulaşmış bir popülasyonun her bir bireyinin kişisel gelişiminin bir önemi olabilir mi? Vaktini dolduruncaya kadar oyalanmak dışında yapılabilecek hiçbir şey yok. Aceleyle kovalamak ve hırsla tırmalamak yerine sakince zevk almaya bakmak lazım. Ölüm unutkanlığına tutulmuş biz 21. yüzyıl delileri, tam tersine yaşamı kendimize fazlasıyla mülk edindik. Bu kadar çaba, bir ölümsüze bile çok fazla.


Oysa Epikuros ve dostları, didinmenin beyhudeliğini gördüler. Kendilerine bir bahçe yarattılar ve afiyetle yiyip içtiler. Hiçbir zaman varacakları bir hedef olmadı.


Yunan kökenli bir Amerikalı zengin, tatile Yunan adalarını ziyarete gelir. Bir akşamüzeri yürüyüş yaparken bir taşa oturmuş, elinde uzosu, batan güneşi seyreden bir ihtiyarla karşılaşır. Amerikalı, adamın arkasındaki tepede büyüyen zeytin ağaçlarının bakımsızlığını fark eder. Ağaçlardan bir sürü zeytin yere dökülmüştür. İhtiyara zeytinlerin kime ait olduklarını sorar.


“Bana,” der ihtiyar.


“Ee, toplamıyor musun zeytinleri?” der Amerikalı.


“Canım çekince gidip alırım istediğim kadarını.”


“İyi ama ağaçlara bakarsan zeytinleri tam olgunlaştığında toplayıp satabilirsin; farkında değil misin yoksa? Amerika’da herkes saf zeytinyağına bayılır ve ciddi para öder.”


“Parayı ne yapacağım ben?” der ihtiyar.


“Kocaman bir ev alırsın; bir sürü uşağın olur…”


“Sonra ne yapacağım?”


“Sonra canın ne isterse yaparsın işte!”


“Ha, uzo içip gün batımını seyretmek gibi mi mesela?”