İsminle başlıyorum buna.

Bu küçük taşı kalplerimize yolluyorum.

Kozalakları insanlardan çok sevmek gibi

bir huyum var.

Çok hüzünlü bankların

-varsa eğer-

başlarını okşamak.

Bu sıralar meydanları özledim.

Bu reklamda ben de,

yaya geçidindeki Yaya'yı oynadım.

Kendime doğum günü hediyesi olarak

üç metrelik bir uzatma kablosu aldım,

hayatımın boyuna

üç metre daha katmak için.

Ruhumu bakkala yolladım dün,

ne istersen al gel dedim.

Bir sakız alıp döndü çiçeğim.

Kaldırımları sevdiğini düşünerek ve

basamakları sayarak geldi eve.

Bakın beyefendi,

ben kendimi kendime kadrolu atadım.

Yani burada hayat eksikliği falan yok.

Bana olmamış isimlerin

öyküsünü hediye ettiler.

Biri bana uğurunu küçük bir taşla verdi.

Şimdi elimde bir taş, ruhum,

bir de çaydanlığım kalıyor.

Geriye kalan kısım

Diğer Şeyler Konsolosluğu'na ait.

Ben bir bedenin

göç yolu üzerindeymişim de,

bir konaklama süresinde

buluşmuşuz aslında.

Bazı renkleri kayırmaya

karar verdim bugün.

Karıncaların da sevildiklerini duymaya

ihtiyacı olduğunu düşündüm.

"Ekstra güçlü vakum performansı" diyerek

satılan süpürge

elbette mutsuzluklarımızı da süpürebilir.

Yoksa reklamlara olan inancımı kaybedeceğim.

Bu da demek oluyor ki,

kahrolsun reklam yazarları!

Sizin, benim duygularımla oynamaya

ne hakkınız var?

Bu siniri geçirmek için feci yürüdüm.

Kuaför salonlarının önünden geçtim.

Tekel bayilerden çıkarken

sigaraları işaret edip

"Sağ olun kullanmıyorum!" dedim.

Sonunda kendimi hiçbir yerde bulmadım.

Uslu uslu evime döndüm.

Çünkü bildiği bir şehirde

kaybolamıyor bile insan.

Ah bir de,

benim onları sevdiğim kadar,

trafik ışıkları da beni sevseydi!