Sokakta sağır biri bağırıyor. Ses tonu ve seçtiği kelimeler tanıdık değil. Birkaç kişi balkona çıktı, çocukları pencereden sarkıyor. Boş bir tezgahı yokuş yukarı çıkarmaya çalışıyor, seyyar satıcı. Ancak çabası pek az, tekerler iki tırmanıyorsa bir o kadar da geri devriliyor. Amacı tepeye varmak değil de sadece itmekmiş gibi. Balkondakiler içeri giriyor, çünkü işleri var. Çocukların bir kısmı babası uyardı diye, bir kısmı sıkıldığı, diğerleri sıkıştığı için büyüklerin peşi sıra ayrılıyor pencerelerden. Anneler perdeleri hızla kapatıyor. Geriye meraklı birkaç baş kaldı. Müstakil evlerin yolun iki tarafına ip gibi dizildiği bir mahalle burası. Evler için soğuk ve açık renkler birbirleriyle uyumlu olacak şekilde kullanılmış. Kalan izleyici, karşılıklı çapraz evlerde oturuyor. Tuvaletten dönecek olanlar ile yedi çocuk.

Satıcı bağırmaya devam ediyor. Anlamsız heceler kalın ve gür tonda teklemeden çıkıyor dudaklarından. Yerinde saymakta ısrarcı. Bu mahalleden ise ilk kez geçiyor. Yine de pek ilgi çekmemiş gibi görünüyor. Yedi, küçük bir sayıdır. İşeyenler geri döndü, ellerini yıkamadan koşarak gelmişler, şortlarını balkonda çekiyorlar. Diğerleri pencereden iyice sarkmış, görüş açısını genişletmek istiyorlar. Sağırın hiçbir şeyden haberi yok. Birden tezgahını durduruyor, kaşları çatık. Ne olduğunu anlamayan çocuklar, duydukları motor sesiyle ilgilerini kaybediyor ve yokuştan çıkmak üzere olan arabayı inceliyorlar. Arabanın sürücüsü kör. Bir yamaca geldiğini hissederek hızını arttırıyor. Radyosundan arabesk bir şarkı açmış. Birkaç köpek arabanın peşinde, havlayarak koşuyor. Sokaktaki kediler kulaklarını dikip kuyruklarını dikleştirdi. Çocuklardan biri heyecanla bağırıyor satıcıya:

—Araba geliyor, arkana bak!

Sağır duyabiliyormuş gibi ağırca sola çekilip tezgahı serbest bırakıyor. Sonunda fırsatını bulmuş olan tezgah var gücüyle düşüyor. Çocukların uyarmaya vakti yok, yalnızca çığlık atabiliyorlar. Kör, duyarsızca gazı köklemeye devam ediyor; yokuşun eğimi arttı. Tezgah, çarpışmayı öngörebilen tek nesne. Eski ve yıpranmış bedenini aracın kucağına öylece bırakıyor. Körün arabası sarsılıyor ve istop ediyor. Sürücü müziğin sesini azaltıp el yordamıyla dışarı çıkıyor. Kazanın ortasında dikilip yokuştan yukarısına kaldırıyor başını, bir kulağı arabasında. Çocuklardan hiçbir ses çıkmıyor. Sağır, yolun kenarında durmuş, tezgahını seyrediyor. Bakışları memnun musun dese de dudaklarını sımsıkı kapatmış. Kör, onun yerine sözü alıyor:

—Bu tezgah kimin?

Çocuklar gergince kazanın nereye varacağını izliyor. Nefeslerini tutmuş, gözlerini olay yerinden ayırmıyorlar.  

Sağır yeniden bağırıyor. Aynı anlamsız heceler bu sefer daha ince bir sesle, hızla dökülüyor. Sürücü, başını ilgiyle sesin kaynağına çevirip sağırın yanına yürüyor. Satıcı, körü fark etmedi. Tezgahına bakarak bağırmaya devam ediyor. Kör, bu hem suçlu hem güçlü karşısında giderek sinirleniyor. Dikkat çekme isteğiyle sol ayağı ile yerde ritim tutuyor. Öfkesi parladıkça ritim de şiddetini arttırıyor. Bu sefer daha yüksek bir sesle yineliyor sorusunu:

—Bu tezgah kimin!

Ben buradan çok daha fazlasını biliyorum. Söylemedim yalnızca. Tıpkı senin gibi gördüm ve yaşadım. 

Tezgah senin. Bulduğumda patlıcan ve çilekler ile doluydu. Onları en yakınımdaki çöp konteynerinin yanına boşalttım. Yedikleri çilekler yüzünden peşinden ayrılmıyor bu köpek sürüsü. 

Ben de işte bu amaçla yola çıktım. Köpekler ne ise... Kendime benzeyeni aradım. 

—Duymadan çokça bağırılabilir. 

Onlardan bir farkım vardı, ayaklarımın üzerinde durabiliyordum. Yürümek zorundaydım. Bir sokakta yine bağırırken tezgahına rast geldim. (Bulduğumu biliyorum, aptal gözlerini çek üstümden.)

Yıllarca yürüdük, tıpkı sen ve köpeklerin gibi... Birçok mahalle tanıdım, insanlarıyla konuşmadım, çocuklarına bakmadım. Göğü bile izlemedim. Önümdeki boş tezgahta öyle. Tepkisizdi, tekerlerini yuvarlamaya devam etti. 

Bugün bu sokağa geldik. Aceleci insanları balkonlara çıktı, merakla itekledi önündekini. Çocuklar pencereye koştu, bazısı sokağa inecek kadar cesaretli davrandı ve biri ıslık çaldı. Kaşlarımı çattım, tezgahı durdurdum. O sırada azgın köpeklerinin sesini işittim. Görmesem de biliyordum, ağızlarının suyu akıyordu, şevkle koşuyorlardı ardın sıra. Bir evden gürültü geldi, korkan bir çocuk altına kaçırdı. Kaşlarımın duruşu düzeldiğinde tezgahla yüzleşmen için kenara çekildim. O, çabasızca kavuştu eski sahibine. Araban durdu, içinden indin. Ne olduğunu anlamaya çalıştın. Beni fark ettiğinde sakinliğini yitirmiştin. Köpükler saçarak bağırdın. Sesini bastırmak istiyordum, seni rahatsız etmeliydim, detone olan tiz bir sese maruz kaldın. Acıyla yüzün buruştu, ayaklarının ritmi bozuldu. Çocuklar çığlık atarak kulaklarını kapattı. Duymak istemiyorum, diyordunuz.

—Kes sesini!

Sizi dinledim, sesimi kesip bekledim. 

—Aptalca bakmayı bırak, dedin. Çocuklar hep bir ağızdan görmediğini söyledi. Tepkisiz kaldın, tezgahıma yürüdün, eski ekmek tekneni yol kenarına savurup arabana bindin. Radyo pop bir şarkıya geçiş yapmıştı, sesini arttırıp gazı kökledin, arkanda bir iz kaldı ve köpeklerin gözyaşları...

Şimdi sıra bendeydi, içimdeki patlıcanları ve çilekleri boşaltmalıydım. Bir çöp konteyneri bulmak için vazgeçtiğin yöne yürüdüm. Tezgah artık anlamını yitirmişti.