Şimdiye dek okuduklarını, yaşadıklarını, veda ettiklerini yahut “Merhaba.” demeye çekindiklerini düşündüğünde çoktan kalkmış bir gemiyi yakalamaya çalıştığını göreceksin; ne de olsa zaman asla durmayacağı bir yolculuğa sahiptir. Sürekliliğin akışı halinde, senin algının ötesindeki boyutlara ulaşan zamanın belli bir dilimine hükmedebileceğini düşünüyor, belki bu sözde hükümdarlığın sana sunduğu kudretle sarhoş oluyorsundur. Kim bilir? Bir okur olarak bu satırlara bakıyorsun. Bir kısmın, bir ihtimal şu anda bu cümlelerin okumayı istediğin içerikle ne ilgisi olacağını sorguluyordur. Olabilir. Pek tabii bu da mümkün, kitaplar ve metinlerin dünyasında imkânsız, sadece kelimelerin sıralanmasıyla yıkılabilen bir olgu sonuçta.

Bazı şeylerin yüreğini sıktığını hissedeceksin, bazı şeylerin hiç beklediğin gibi çıkmadığını; bazı şeylerin ki bazı şeyler dediklerimiz bir ömrü dolu dolu yaşamak için gereken yegâne ihtiyaçlarımızın bütünü olabilir sevgili okur. Şimdi, bu cümlelerin ne anlama geldiğini açıklamaya çalışmayacağım zira kendi eşsiz pencerenden baktığında her kelime senin sokağının rengini değiştirecek bir yapıya sahip, bu sonsuzluk içindeki sınırlı söz bütünlerine sığınarak sana ulaşıyorum. Sözlerim sana geliyor ve sen pencerenden baktığında bunu hissediyorsun. Saçmalık diyebilirsin, etkilenebilirsin. İçeriği sunan, senin görüşlerinle demlenebilir.

Ne diyordum? Hah, evet. Kelimeler ve bunların bir dünyayı nasıl kurduğu. Kelimeler ve her pencereden değişen sokakların resimleri; şunu unutma ki büyülü bir hayatı yaşadığında hissedeceğini umdukların gerçekleşmeyebilir. Kelimelere gittiğinde aşk, nefret, kabullenmeler ve alışmalar; zıtlıkların toplanıp var olduğu bir dünya kurabilir, kurduğun dünyanın gerçekten çok farklı olmasını sağlayabilirsin. Aciz insanoğlunun güçlü göründüğünü düşünebilirsin, pek mümkündür. Kelimelerin gücü buna yeter. Peki, bunlar gerçekten düşündüğün gibi farklı mıdır? İster okur ol ister yazar, bir şekilde yazdıkların, okudukların her ne kadar uçuk olsa dahi gerçek kabul ettiğin şeyden -samimiyetine sığınarak soruyorum ki- ayrı mıdır? Sorum, ilerliyor. Kendi kuyruğunu ısıran Ouroboros'un sonsuz döngüsüne benzetirim ben bunu sevgili okur, zıtlıkların bir arada olduğu bir dünya kurduğunda kapını dış dünyaya aralamayı unutma. Hepimiz o dışsallıkta birbirimizden bir o kadar zıt olan düşüncesel varlıklarız.

Sonuna dek okuduğunda, zamanın harcanacak (harcanma lafını sever misin sevgili okur?). Kelimelerin dilden dile değişen anlamı var ya, harcamanın en acılarından olduğunu düşünürüm ben, tükenmek gibi değildir. Tükenmek dendiğinde bir uğurda verilen herhangi bir oluşum düşüncesi sızıyor aklıma, sen buna katılmayabilirsin. Sonuçta kimse seninle yahut benimle aynı fikirde olmak zorunda değil; zaten bu değil midir bizim dışsallığımızda zıtlıklardan oluşmamızı sağlayan? Zıtlıklar halindeyiz ve her şeye rağmen bir arada yaşamaya çalışıyoruz. Kitaplar ve şiirlerle bir diğerine ulaşıyor, kış gündönümünün altında, ateş yakıp birbirimizle buluşuyoruz. Sen yapıyorsun sevgili okur, ben yapıyorum. Bir dünya kurduk, bir dünya kuruyoruz.

Geriye dönüp baktığında bu cümleye gelene kadar birçok şeye teğet geçtiğimi göreceksin lakin ben hiçbir şeye dokunmam; dokunursam parmağımın lekesi kalır üzerinde, sen dokunduğum şeyi değil, parmağımın lekesini görürsün. Düşünmen gerekenler değişir ve en başta neden oraya dokunduğum sorusu gelir ya zihnine; bu birine yapılabilecek en büyük kötülüktür. Senin en dış kapıdan bakmanı engellersem, onu objektif bir şekilde tanıma hakkını elinden alırım. Buna asla izin verme, senin düşüncelerini yontmalarına izin verme. Gerekirse ki gerekmesini dilerim, bu sözlere bile kuşkuyla yaklaş, hayatlarımız inandığımız gibi tek doğrulu yapılar değil. Kuşkuya açık ol, yanlışa açık ol, yanıldığını kabullen sevgili okur; kabullendiğinde bir şeyler netleşir. Kabullendiğinde canının acımayacağına dair bir söz söyleyemem zira gerek faniler olsun gerek yüceler olsun, hepimiz gönlümüzde bir mezar taşırız; öyle bir mezardır ki bu, kalkan gemilerden kaçırdıklarımız da fırtınalarda yitirdiklerimiz de içindedir. Hayır, canının acımayacağını söyleyemem ama sorarım sana; gözlerin kapalı koşarak varabilir misin baharlara?