"Saat, 07.00"


Mekanik sesiyle gözlerini açtı. Önce tavanla bakıştı, sanırım bu onun en büyük alışkanlığıydı; boş boş tavana bakmak. Kalktı, lavaboya gitti, ellerini yıkadı, uyanmak için soğuk suyu yüzüne çarptı. Bileğindeki lastikle her zaman yaptığı gibi saçlarını sıkı bir atkuyruğu yaptı sonra ne olduysa gözü aynaya çarptı. Kendini inceledi, oldukça sıradan bir insan profili çizdiğini bir kez daha hatırladı. Kahverengi gözleri ve aynı renkte olan kabarık ince telli saçları... Annesi bu düşüncesini bilse ona kızar ve ne kadar güzel olduğundan, kirpiklerini babasından aldığından, zaten babasının kirpiklerini hep sevdiğinden bahseder sonra poposuna bir şaplak atar ve kahvaltı yapmasını söylerdi. Hatırladıkları yüzünde ufak bir tebessüme neden olmuştu, aynada karşılaştığı an tebessümünü silmiş, klasik kahvaltısı olan kahveyi yapmak üzere mutfağa gitmişti. Kahve için ısıtıcıya su koymuş ve beklemeye başlamıştı. Kahvaltı için başka bir şey hazırlamadığı için epey vakti vardı. Tek başına kahvaltı yapmaktan hiç hoşlanmazdı, zaten en büyük hayali büyük, kalabalık bir aile değil miydi? Tam olarak ne zaman bırakmıştı hayal kurmayı? Geçen sene, tek başına girdiği yılbaşında, terk edilişinde, trafik kazasında… Onu kendine getiren ısıtıcıdan çıkan ses oldu. Kendini toparladı, kahvesini yaptı, emaneti olan çiçeklere su verdi. Ne zaman sevmeye başlamıştı çiçekleri? Annesi görse nasıl gülerdi onun bu haline.


"Saat 7.30"

Mekanik ses tekrar kulaklarına ulaştığında elindeki bardağı akşam yıkamak üzere lavaboya bıraktı ve odasına geri döndü. Giyinmek onun için hep en kolay şeydi. Bir pantolon ve herhangi bir tişört. Sırt çantasına anahtarını, cüzdanını attı ve ayakkabılarını giyerek kapıyı kapattı. Yaşadığı eve uzak olan bir kitapçıda çalışıyordu. Kitapları hep severdi. Kitaplar onun için başka dünyalara açılan bir biletti. Sahi kitaplar olmasa bu dönemi nasıl atlatırdı ki… Telefonun sesi ile kendine geldi, gördüğü isim gözlerini devirmesine neden olsa da telefonu açtı. Karşıdaki ses her ne kadar günlük konuşma içerisinde gibi dursa da asıl sormak istediği şeyin kira olduğunu biliyordu, bu yüzden ona fırsat vermedi ve kendisi dile getirdi: "Ben de sizi arayacaktım, bugün maaşımı alıyorum, kirayı iş çıkışında gönderirim."

Acelesi olmadığını dile getiren sesin altındakini rahatlıkla anlayabiliyordu ama sesini çıkarmadı. Neden çıkarsın ki bu hayatta sadece kız kardeşi kalmıştı ve o savaşma gücünü kaybedeli çok olmuştu.


İşe geldiğinde eli ve ayakları otomatikleşmiş bir biçimde önce çalışan odasına gitti; gömleği ve pantolonu giyip temizlik odasına gitti, kendinden önce gelen arkadaşlarına selam verdi ve temizliğe yardım etti. Saat 10.00'u gösterirken müşteriler tek tek gelmeye başladı. Yüzüne yapıştırdığı tebessüm ile müşterilerle ilgilendi. Çoğu üniversite öğrencisiydi. Bir zamanlar kendi de öğrenciydi. Hayatının kırılma noktası sadece onu bir anda kocaman bir kadın yapmamış aynı zamanda elinden birçok şeyi de alıp götürmüştü. Burada çalışmayı seviyordu aslında, kafasındaki düşünceler çalıştığı yerdeki yoğunluğa galip gelemiyor, onu bir kara deliğe sürükleyemiyordu. Kitapçı kalabalıklaştıkça daha az düşünmeye başladı ve biraz olsun rahatladı. Öğle arası zamanı geldiğinde en son o çıkar, çok oyalanmaz geri gelirdi. İş arkadaşlarıyla arası varla yok arasıydı. Sabah günaydın, iş çıkışlarında iyi akşamlardan ibaret olan sohbetlerinden dolayı kimse onun en son çıkmasına laf etmez, sorgulamazdı. Gerçi o da molalarda bir sigara yakar, kardeşi ile konuşur ve işe geri dönerdi. Kitapçıda artık kimse kalmadığında temizlik odasına gidip eşyaları aldı ve yerleri silmeye başladı. İşi bitince çalışan odasına gidip üstünü değiştirdi. Çantasını sırtına takmadan önce kulaklıklarını aradı, her zamanki gibi birbirine dolanmış kabloları sakince çözdü. Acelesi yoktu. Gerçi evde bekleyeni de yoktu. Kulaklıklarını taktı ve yürümeye başladı.


Saat 22.00. Eve geçmesi 22.40. O bilinmez kırk dakikada kulaklarına dolan namelerle her gün bıkmadan usanmadan yürüdüğü o sokakları, kaldırım kenarlarını tekrar yürüdü. İlk defa yere bakmadan tam karşıya bakarak yürüdü. Yürürken anılar onu hatırlamak istemediği o geceye götürdü. Gece saat 23.00, ailesi ile son defa arabadalar. Şoför koltuğunda babası, yanında hemen annesi var. Ne zaman hız yapsa uyarı mahiyetinde elini tutuyor. Arka koltukta kardeşi, ablası ve kendi. Tam hatırlayamadığı o espriye kahkahalarla gülüyorlar. Saatin geç vakitlerde olmasından dolayı oluşan bir uyku mahmurluğu. Hava biraz soğuk ama rüzgar yumuşak, camdan gelen o tatlı rüzgar saçlarını savuruyor. Nedensizce saati soruyor babasına ve o anda korkunç bir fren sesi, peşinden gelen çarpma ve annesinin son defa duyduğu acı dolu çığlığı.


Saat 24.00. Dudaklarına değen tuzlu tat ile kendine geldi. Etrafına baktı nerede olduğunu hatırlamak istercesine. Gül Fırın’ın tabelasını gördü. Neredeyse evine varmak üzere. Yüzünü temizleyip fırına yöneldi her zamanki hafif tebessümünü yüzüne koyarak. Gülmek, tebessüm etmek iyi bir maske; kimse ne olduğunu sormaz. Tek başına yaşamanın sonuçlarından olan bir ekmek almak. Ve iki gün ve belki üç gün sonra oluşan ihtiyacı gidermek isteği ile bir ekmek alıp çıktı. Gayriihtiyari saate baktı, saat 22.30. Yürümeye başladı. Eve yaklaştıkça ayakları onu geri itti, o adım attıkça ruhu geri çekildi. Kimsenin görmediği bir savaş veriyordu; ruhu ve bedeni arasında. Ruhu o buz gibi olan sessiz duvarlar içine girmek istemiyordu, bedeni ise bu duruma alışmış kendiliğinden yol alıyordu. Binanın önüne geldi. Dış kapı açıktı. İçeri girdi. Alışkanlık gereği merdivenleri çıkarken saymaya başladı. 1, 2, 3, 4…….. 25, 26. Siyah demir kapının önüne geldi, ceplerini yokladı. Bir an anahtarı koyduğu yeri sorguladı. Sırt çantasının en küçük gözünde. Elini uzattı, fermuarı açtı ve bulmanın vermiş olduğu o rahatlama ile anahtarı eline aldı, kapıyı açarken çıkan ‘tık’ sesinden başka bir ses yoktu. Çantasını çıkardı, kapının yanına koydu. Ayakları sanki kendi yönetimini ilan etmiş gibi hareket ediyordu. Lavaboya gitti, elini yüzünü yıkadı, saçlarını açtı yatak odasına geçti. Üstünü çıkardı pijamalarına yöneldi. Bacağındaki derin yara izine baktı. Sanki gözlerini kapatsa yok olacakmış gibi gözlerini yumdu. Derin nefes aldı. Bu gece kabuslar peşini bırakmayacak gibi görünüyordu. Üstünü giydi, mutfağa geçti. Bir bardak dolusu suyu tek nefeste içti. Buzdolabından çıkardığı yemekleri ocağa yerleştirdi. Isıtırken yemek yemekten vazgeçti, kapadı ocağı. Odasına geçti, yatağa girip uzandı. Üstünü yalnızlığını hissetmek istemezcesine sıkıca örttü. Ve tıpkı bir hamsterın tekerlekte dönmesi gibi aynı hayatı aynı duygularla yaşamak üzere gözlerini kapadı. Saat 24.00.