Masamda oturuyorum.

Ellerim kalemime sımsıkı sarılı.

Dört duvar arasında yalnızca elli santimlik bir yer kaplıyorum masamla.

Yağmur çisiyor camlarıma, hepsi ayrı ayrı dağılmış

ve hepsi ayrı ayrı tutuyor birbirini.

Gözlerim dolmuyor artık burada,

yalnızca bakıyorum karşımdaki gri pürüzlü duvara.

Duvar da bana.

Küçük, eski gece lambamın bana baktığını hissediyorum.

Masamın üstünde üst üste iki defter.

İkisinde de ayrı izler ayrı hisler...


Defterlerim artık kanla dolu,

masumiyet kendini gizledi adeta köşebaşındaki penceremin arkasına.

Gözyaşlarım ıslatmıyor artık yapraklarımı.

Gözlerimdeki korku yerini donukluğa ve cesarerete bıraktı,

göz pınarlarımın hafif ıslanması bile ürkütüyor ruhumu.

Odamın renkleriyle bütünleşiyorum günden güne.


Ara sıra gerinip bakınıyorum sağa sola.

Gözlerime kitaplığıma sığmayan üç beş kitap ilişiyor.

Okumuyorum, dertleşemiyorum onlarla bir süredir.

Tozlarını silip, anılar yüklememi bekliyorlar onlar.

Bense çakılı kalıyorum masamda.

Sandalyem de bana.