Güneş kendini pesimist bir tavra büyümüş, karşısında doğan Ay’ı seyrederken, yorgun gözleri uyuyakalmıştı. Uzandı. Gökyüzü su ve ateşle dans ediyordu. Kırılgan kırmızıya karşı şiddetle vuruyordu laci fırçasını. Kırmızı yenildi. Laci zaferini bütün Dünya’ya karşın göstermek istediğinde, buluttan askerleri geri çekildi ve koyu bir iz bıraktı. Gece başlıyordu. Laci daha sert bir tavırla yalnızca göğe değil, bütün insanların yüreğine indirdi bu izi. Kızıldan ruhlar yenilgi içinde, koyuluğu kabulleniyordu. Güneş kendini mahkûm mesiresine kapatmış, anahtarı aramak için tonca yoldan geçerken, krallık süren gece iyice zifiriye döndü. İnsanlar içlerindeki bu savaşçıya yenik düştükleri için gözleri ve ruhları çökük bir biçimde uykuya daldı. Bu anı bekleyenler de vardı. Bu geceyi ruhunda yaşayan, hiç bir an kızıl olmayan ruhlar. Ne yazık ki kurtarılamaz bir yozlaşma haline geçilmişti. Bu anlar kiminin istediği şekilde, kimininse zorlanarak yaşadığı biçimlerdi.


Zifiriyi seyrederken kayboldum. Yanıma aldığım çok şey olmadığı için memnundum. Yaşamımda çok, yoktu. Yokluğumsa en büyük varlığım. Kızıllığa bir göz kırpmak amacıyla sigara tutuşturdum. Başka çarem yoktu. Bu bir savaştı, kaybediyorduk ama direnmeliydik. Sigaranın dumanını üflerken, antrasit bir bakışlığını izledim. Duman, bu savaşın tarafsızıydı. Sigaranın ateşten çıkan dumanı üstüme sinerken, üstüme karşı bütünleştiğini gördüm. Saçlarımın arasından dolaşan antrasit, gözlerimi kör ederce yakarken bundan keyif alıyordu. Nefesime karışırken, dudaklarımdan süzülürken hiç bir şekilde taviz vermiyor ve işini iyi yapan bir usta gibi yalnızca buna konsantreydi. Yavaş yavaş bedenimin parçalarını oluşturan duman, benimle birlikte hareket eden bir ruh olmuştu. Bu ruhla aramızda farklar vardı. Ben et kemiktim, o ise bir duman. Ben yıkılırdım, o ise parçalanır ve geri döner. Bu haline gıpta ederdim dumanın. Fakat elinde sonunda istediğini alırdı. Vazgeçmeden, usanmadan. Sigara sona geldiğinde, kaynağın geceye karşı yenildiğini gördüm. Sigara bir pesimistik tavra bürünmüş ve insanlar gibi uyumak istiyordu. Bir kenara bırakıp izledim. Nefes alış-verişi rüzgarla dans eden dumanın, ruhuma sarıldığını ve bırakmadığını görüyordum. Elimden bir şey gelmiyordu. Gece zaferini sigaramdan çıkarırken, duman inatla ruhuma yerleşiyor ve benimle savaşıyordu. Sigara üzülerek gözlerini kapatırken, eski bir ritüel olarak onu yakmaktan başka çarem olmadığını fark ettim. Bunu isterdik. Çakmağın kızıl ateşini sürerken sigaraya, gülümsediğini ve son kalan dumanı ruhuma sindirdiğini fark ettim. Şimdi bir antrasit gece olarak kaybolmalarımız daha etkili olabilirdi. Gece bir ahtapot gibi 8 yandan vurmaya çalışırken izini, ruhum, ateşim ve ben buna izin vermiyorduk. Bir şeye öfkeliydik fakat bu gece değildi. Gecenin ihanetine sebep olan bizdik ve bu ihanetin sonucunu böyle ödememeliydik. Gece, en büyük savaşçısını, kör karanlığı salmış üstümüze gelirken, bir şaman gibi ateşle Güneş’i çağırıyorduk. Artık gece bu savaşa yenik düşmüş, Güneş’in içindeki optimist çocuğu uyandırmıştık. Destek aldı Güneş yeryüzünden. Gözlerinde serdengeçmiş bir bakış, içindeyse bitmek bilmeyen öfkenin ateşi vardı. Dışa yansıttı. Gece, bu ana o kadar şaştı ki, çekilmekten başka çaresi kalmadı. İçini hışımla saran Güneş’ten kaçmak için önce zafer ilan ettiği gökyüzünü bıraktı. Kaybolduğumuz yerler aslında avcumuzun içi gibi bildiğimiz yerlerdi. Son bir sigara ile Güneş’in zaferini kutladım. Duman artık ruhumdan çıkmış, gri bir kinle saldırıyordu geceye. Savaştan yorgun düşen gece gözlerini kapatırken, Güneş sevincini gökyüzüne taşımış, laci iz masmavi bir denize dönmüştü.


Gece kendini optimist bir tavra büyümüş, karşısında doğan Güneş’i seyrederken, yorgun gözleri uyuyakalmıştı. Uzandı. Gökyüzü su ve ateşle dans ediyordu. Kırılgan laciye karşı şiddetle vuruyordu kızıl fırçasını. Laci yenildi.


Nacizane,

Sermest.


Çok yüksek ihtimalle 2016-17 yılında yazdığım bir denemeydi. Özlemişim geçmişe bakmayı.