Bazen tek istediğim şey ölümü düşlemek...

Biliyorum, çoğu insana vahşi geliyor bu söylediğim veya güçsüz olduğumu zannetmelerine sebebiyet veriyor. Her ne kadar açıklayacak gücüm, haykıracak nefesim ve takatim kalmamış olsa da kendimi birkaç şey söylemek zorunda hissediyorum:


Nedendir bilinmez, insanlar kırılganlıkla güçsüzlüğü, zayıflığı hep eş değer tuttular. Kimse onlara ikisinin arasındaki farkı anlatmadı mı, derseniz; gayet tabii anlatanlar olmuştur. Fakat insanoğlu -her ne kadar bu tanımlamayı sevmesem de- birbirini ‘‘etiketlemeyi’’ pek sever; yalnızca kibarlığından insanlara karşı tutumuna dikkat edeni korkak, hayatının diğerlerine nazaran daha fazla mücadeleyle geçmiş olması nedeniyle duygularını adeta bir fanusun içerisine kapatıp dışarıdaki hayata karşı daha sert bir tutum göstermeye karar vereni de dominant veya duygusuz ilan eder. İşte tam da bu örneklerden hareketle kırılgan insanların da toplum tarafından güçsüz ve zayıf etiketlerine maruz kaldığını söyleyebiliriz. Ki bu çoğunuzun farkında dahi olmadan bir başkasına uyguladığı bir manipülasyon örneğidir aslında.


Ergenliğe giriş serüvenimin başlangıcından itibaren çoğu insan tarafından kırılgan, hassas olduğum ve hemen ardından da güçsüz olduğum söylendi. Elbette ki bunca ısrardan sonra ben de kabullendim lafın gelişi de olsa farklı olduğumu ve toplumda yer edinmemin diğer insanlara nazaran daha zor olacağını. Çünkü bir de şu algı var: Eğer hassas biriysen; iş yerinde, okulda veya sosyalleşebileceğin herhangi bir ortamda seni domine edebilecek en ufak bir hareket dahi canını sıkabilir ve özgüvenini kırabilir. Bu senaryoyu kafamda ben kurmamıştım. Etrafımdakiler bizzat kendileri bana farklı davranmak zorunda olduklarını, benim her türlü şeye alınabileceğimi düşündüklerini söylediler. Ben de bunu böylece kabul ettim. Ne de olsa onların fikri, benim fikrimden çok daha kıymetliydi.


Kendimi birçok sosyal ortamdan çektiğim, yaşam kalitemi çok etkileyeceğini düşündüğüm için birçok şeyi yaşamaktan vazgeçtiğim oldu. Kendimi konfor alanıma kilitlemiştim anlayacağınız. Sorsanız, cevabım da hazırdı üstelik: Çok hassas biriyim ve her türlü şeyden çok etkileniyorum. 


Karşı tarafa yansıttığım kısmı bu olsa da kafamda bu konuşmayı şöyle tamamlıyordum: Ben bu dünyaya ait değilim çünkü sizler gibi güçlü değilim ve bu yüzden de hiçbir zaman saygı duyulan birisi olamayacağım. Elbette insanlar benim kibarlığımdan ve onları kırma endişemin ağır basmasından dolayı bana görev adamı gibi davranacaklar ve onlara hayır diyemediğim için bu dünyada hep birine bir şey borçlu olacağım. 

Peki ya kendime olan borcum? O ne olacaktı?