Onlar denizi sevdi, ben uçurumu.
Müziğin tınılarında buldum ruhumu. Her bir vuruş, bütün zerrelerimin içine işliyordu. Sonu olmayan bir rüyanın içinde buldum sonra kendimi. Kafamın içinde yarattığım o dünya beni kendine, yanına çağırıyordu. Baktım, beni buraya bağlayan bir şey yoktu nasılsa. Kalktım ve sessizce gittim. Orada yaşamaya başladım.
Bir gün mutlu olacağıma, orada daha huzurlu yaşayacağıma, derin nefes alabileceğime, nefesimin bir anlamı olacağına inandırdım kendimi.
Neden?
Daha fazla dayanmaya, mücadele etmeye mecalim kalmamıştı çünkü. Bir bavula koydum düşüncelerimi; baktım sığmıyorlar, bir kısmını çıkarttım. Nasıl olsa daha yenileri ve daha fazlası gelecekti orada yanıma. Yine de ancak bavulun üzerine oturarak kapatabildim sıkı sıkı.
Vedalaşmam gereken tek bir şey vardı. Bu dünyada kalmaya mecbur olan bedenim, yanında beni bir şekilde idare etmek göreviyle bıraktığım yarım aklım. Vedaları sevmem, -hoş, vedaları sevmenin mantığı nedir anlamadım hiçbir zaman- ama zorlandın mı derseniz, sandığım kadar zor olmadı. Bunun sebebi hiç mutlu hissedememiş olmamdı herhalde. Onu burada bırakacağıma üzülüyordum tabii ki, çok şey kaçıracak ve sadece yapmak zorunda olduklarını yapmaktan öteye geçemeyecekti. Vedalaşırken söylediği cümle sevindirdi ama beni,
"En azından birimiz mutlu olacak."
O ümitle gittim ama yine de korkuyorum.
Gizemi severim ama bilinmezlik her zaman ürkütücü.
Heyecanlı evet. Ama ürkütücü.
Gerçi çok daha korkunç ve ürkütücü şeyler yaşamış olan birine, bana, daha ne kadar tesir edebilirdi bu?
Cevap muamma. Belirli olsa ne değişecekti? Belki bu sefer biraz olsun duygusuzluğumdan arınıp bir şeyler hissedebilirdim.
Neyin iyi, neyin kötü olduğunu her zaman bilemezsiniz.
Giderken birkaç eski dosta rastlıyorum. Tanımak istemiyorum onları, eski dememin sebebi de bu zaten. Görünce hatırlamak istemediğim onca şey geçiyor yarım aklımdan. Tek hissettirdikleri acı ile birlikte.
Kafamın içindeki dünya ile yaşamaya mecbur olduğum dünyayı idare etmek zorluyor beni. Kafamın içindeki dünyada daha mutluyum elbette ama hissedebilmek için biraz daha zamana ihtiyacım var. Hissedemesem de beni ayakta tutan umudun karşılığını oradan bekliyordum.
-Umut olmadan yaşayamazsın. Bilirim. Haddinden fazla.-
Beni hayata bağlayan yer kafamın içindeki dünya. Fonda sürekli tınılar.
Ama diğer yarımın olduğu, yaşamak zorunda olduğum yer, ruhuma işkence etmekten başka bir işe yaramıyor. İnsan nasıl her daim mutsuz olur ve diken üstünde yaşayabilir ki? Bunun cevabını biliyorum. Yaşıyorum. Öylece nefes alıyorum.
Yüzümü neyin güldürebileceğinin cevabını bilmiyorum. Tek isteğim geçmişe, o kötü hatıralara dönmemek. Bunun için çabalıyorum. Fazlaca. Ancak giderek gücümü kaybettiğimi hissediyorum. Eskiden daha kolaydı galiba güçlü olmak. Daha kolaydı kabullenmek. Daha kolaydı kendini kandırmak.
İtiraf etmek gerekirse yoruldum, çok yoruldum.
Düşünmekten yoruldum, çabalamak samimiyetsiz.
Hayatı bitirmeyi deneyemeyecek kadar yoruldum. Bir daha toparlayamayacakmış gibi.
Gerçek hayatın yaşamak istediklerin değil, yaşamaya mecbur oldukların olduğunu öğrendiğimden beri. Mutlu gibi görünmeye çalışmanın, dünyanın oynaması en zor rolü olduğunu öğrendiğimden beri.