Göğün damarlar halinde çatlayarak orta yerinden ayrıldığı şiddetli bir ışık, saliseler süren o kısacık gündüz esintisi. Geceye dair ilk hatırladığım şey bu, sanırım. Laf kalabalığından sıyrılıp tenha bir yere geçersek, fırtına vardı demek yeterli olur.

Başım boynuma ağır gelir gibi zemine meyilli, sallanıp duruyordu uyandığımdan beri. Kalktığımda akşamüstüydü, üstünden atladım akşama vardım. Bir yol bu kadar uzun gelebilir belki. Gece ucunda bekliyor.


Su kaynadı, keyif bile almayacağım kadar koyu bir kahve yaptım. Balkona oturdum. Karşımda dev gibi bir camii, kocaman. Camiilerin ortalama bir büyüklüğü var mıdır bilmiyorum, bir cami de değilim, empati kuramam. Camileri ölçüleri ile yargılamayı etik bulmuyorum. Ama bayağı büyük.


Abuk subuk düşündüm, ikisinin de bir sırası vardır normalde. O gece yoktu.

Her şeyin ne kadar hızlı gittiğini görmek için, herkesin, durman gerekiyormuş. Balkonda öylece dururken gördüm.

Böyle şiddetliyken rüzgar da, ahlakın pul pul döküldüğünü hissedebilirsin teninden. Böylece ruhlar da deri değiştirir günden güne.

Ne deliler ne de kötüler bir günde var oluyor.

Hangisiyim karar vermedim henüz. Hiç bu kadar çıplak hissetmemiştim, onu biliyorum.


Meşgul edeceğim kafamı. Hep böyle olmuştur.

Sizi kendimden korumanın yeni bir yolunu bulurum her uyandığımda.

Çamaşırları asacağım. Silkelemeden, vardır böyle ufak tefek kendimle inatlaşmalarım.

Yeni bir yemek tarifi için gidip malzemeleri alacağım. Üşenip yapmayacağım, biliyorum.

Dolapta çürüyecek sebzeler. Buzdolabının kapısından aldığım her şişede onlara bir daha bakacağım. "Şimdi anlıyorsunuz." diyeceğim ıspanaklara. "Topraktan kopmak değildi ölüm. Kulübe hoş geldiniz."


Yazacağım nefret ede ede. Her yazdığım sırtıma yük olacak ve tıpkı lisedeki gibi, taptığım ve herkesten sakındığım bir defteri daha arınmak için daha sonu gelmemişken yakacağım. Yazmadığım ve kıymık olup beynime batan ne varsa dökmek için, kurtulmak için kurban edilecek bir defter daha bulacağım. Delisi olduğum ve kutsal su görmüş iblis gibi ürküp her dokunduğumda kendimden nefret ettiğim bir defter daha.

Not: Cümlelerdeki her bir defteri rastgele bir isimle değiştirirseniz, aşk hayatımı okumuş olacaksınız.


Yazarken fark ettim, yazmak beynin sıçması gibi bir şey. Gibisi fazla bile.


Sonra salona geçerim, bir sigara sarıp arkama yaslanırım. Müzik yine başlar. Adını hiç duymadığım şarkılar bana sakin olmamı söyler. Sakinim zaten, hep sakinim. Sorun da bu değil mi? Bu kadar sakin ve yine böylesine gürültülü olmamalı kimsenin boktan ızdırabı.

Canım yanmayacak kadar sert kabuğum, kendimden koruyamayacak kadar da dışımda. Acının hakkını veremeyecek kadar sarkastiğim, neşeyi benimsemeyecek kadar yorgun.

Ama dans etmeye her zaman enerjim vardır.


Buraya kadar okuduysanız anlamışsınızdır, günlük tutmayı da bilmem.

Bu gün ne yaptım...

Sevişmeyi, sigara sarmayı ve ne yazık ki meyveli şarabı sevdim. Bu klişe karakterden rahatsızlık duymadım. Alkolik ve kuvvetle muhtemel şizofren ablamdan tehdit mesajı almadım, diğer kardeşim yine depresyonda olabilir. Alkolik ve daha az(?) şizofren babamla görüşmedim. Güç saplantılı ve yürüyen yazık annemden yoğurt çorbası tarifi aldım.

Çorba güzel oldu.


Dolandırıcı mı olsam ziyan mı diye düşündüm, hala kafa yoruyorum. Gelişmeleri sizinle paylaşabilirim ama isteyeceğinizi sanmıyorum. Bir ara size avludaki halıya sıçma hikayemi de anlatırım. Dinleyeceğinizi umuyor, sanmıyorum.