Onlarca duygudan sürgün edilmiş bir insan hayal edin. Mavi gökyüzünün uzandığı her yerden, her kaldırıma mülteci bir insan. Ardından yeniden dikilen ve yeniden solan, tekrar dikilip tutunmak isteyen bir insan. Gökkuşağının kapısındaymış gibi ümitlenerek... Artık sürgün yemek istemeyen bir insan. Ama ona Nuh dediler. Senin bu gemide işin yok, diyerek. Hayal edin. O sürgün yediği duyguları unutup, unutmayana da isyan etmeyen bir insan. Kısacık anekdotları, geniş ve upuzun hikayelere değişebilen bir insan. İçindeki sese vicdan diyebilen bir insan hayal edin. Bazen barışta bulunan, bazen de kıyımlarla dolu savaşta bile içinden gelen o minicik dev sese vicdan diyebilen bir insan. Hayatın kısa olduğunu bildiği için başkalarının hayatından dersler alabilen, onların derdi ile dertlenebilen bir insan düşünün. Kiminin pırlantası ufak, kiminin de ekmeği bayat. Ve bir insan düşünün, kıt kanaat geçen bir ömre sahip. İsyan yok. Ne dilinde ne gönlünde...


Sahi, zor geliyor değil mi? Bunu da düşünün. Bakmayı bilen, kaktüse bile çiçek açtırır.