Sen uykuya dalmışsın, rüyalarına girmişse yaşamak telaşı

Ve ağzın aralık, savruluyorsa ezgiler

Keskin bir gürültüyü ellerinle ayırıyorsan ve kanıyorsan güpegündüz

Fakat yine de yeminliysen açmamaya gözlerini

Yanıp yanıp söndüyse yıldızların tek heceli çığlığı

Çözdüysen örgülerimi, darağacından bir masumu kurtarır gibi

Sırlarını hür kılarak aktıysan kaynağından

Hiç görmemişken vadettiysen bana ışığı

Sen uykuya dalmışsın, rüyalarında yaşamak telaşı


Boş bir sayfanın kenarına çizilen güneş gibi hiç aydınlatmıyor,

Nasılsa hep aynı resme doğuyorsun

Dağlardan hep bir dere akıyor sesine doğru

Bir baca mı tütüyor yoksa bilyeler mi tutuşan

Evinin tepesinde kanatsız kapkara kuşlar

Uçuyor, uçuyor, hiçbir yere varamadan

Dönüyor fütursuzca kahveye boyanmış sazlığına

Sanki bir parça çalınmış gibi göklerin en uzağından

Karlı yamaçlarla bakışmış gibi kederli

Ve nasılsa eskimiş duruyorsun tüm resimlerde


Anıların çivilendiği bir koridorda yürüyorsun

Akşamın kızıllığı hiç inmemiş çerçeveye

O belki çoktan atılmış, kırık çerçeveye

Bu cam kesiği mi hafızamdaki, kanıyor muyum sahi

Unut mühim yeminini, varlığın burda daha mühim

Bu gövdeyi sen mi çizdin yoksa duvarda mı kalmış izin

Nasıl bir fırça darbesi bu ah! sanki şimdi diz dizeyiz

Yaşam yerine veda dediğin vakit

Unut ve düş diye beklerim yıldız çiçeği

Unut ve git


Zamansızdı,

Kum saatine yaslıydı bu devirde aşk

Alnında yazılı sihri göremiyorsun

Hiç kazınmamış gibi gözlerin aklıma

Hiç yaslamamışsın gibi başını göğsüme

Bir dindar, yok bir sarhoş gibi adını heceledimse de

Geçerken kapılardan geçerek

Zamansız bir kum saatine dönüşüyorsun


Sonra ben durmadan kendimle

Çırılçıplak seviştim böyle kaç kez

Böyle kaç kez cevapsız sorularım

Gülümsemen kuru bir deridir ki soyulmuş, dökülmüştür artık

Hiçbir tuvalde yeri yoktur konacağı

Yüzünden hiç okunmuyor o bilindik koku

Sahte gümüşler gibi hep

Hep kopuyor yolumuzun ucu


Yıllarım yok ve bak

Köşe bucak ıssızım

Başım mı yok benim, hissetmiyorum ağrıyı

Kaldırımda uzanmış

Tümüyle ölü bir sancıyım